1. Anasayfa
  2. Yargıtay 8. Hukuk Dairesi

Yargıtay 8. Hukuk Dairesi E: 2004/4133 K: 2004/5178 T: 28.06.2004


Medeni Kanunun 715. maddesine göre deniz, göl ve akarsu kıyıları Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerdendir. Kıyılar deniz, göl ve akarsuların orantısı (mütemmim cüzü) olduğuna göre böyle bir yerin özel mülkiyete konu edilmesi, zamanaşımı ve zilyetlikle kazanılması mümkün değildir. Akarsuya bitişik olan taşınmazlarla ilgili uyuşmazlıklarda önemli olan yön, öncelikle taşınmaza sınır olan akarsuyun Kıyı Kanununun uygulanmasına dair Yönetmeliğin 4. maddesinde tanımı yapılan “Devamlı akış gösteren ve ekli listede belirlenen” ve kıyı kenar çizgisi tespiti gerekli olan akarsulardan olup olmadığı ve akarsuyun nehir tanımına giren kısmının kapsamında kalıp kalmadığının Kıyı Kanununun uygulanmasına dair Yönetmeliğe ek listeye göre belirlenmesi, sonra kıyı alanı ve kıyı kenar çizgisinin tespitidir.

D. ve müşterekleri ile Hazine ve Ö. Köyü Tüzel Kişiliği aralarındaki tescil davasının kabulüne dair Bozova Asliye Hukuk Hakimliğinden verilen 17.02.2004 gün ve 67/92 sayılı hükmün Yargıtay’ca incelenmesi Hazine vekili tarafından süresinde istenilmiş olmakla, dosya incelendi, gereği düşünüldü:

Davacılar vekili, dilekçede mevki ve sınırlan yazılı 2 parça taşınmazın mülkiyetinin vekil edenlerine ait olduğunun tespitine karar verilmesini istemiştir. Davalı Hazine vekili, davanın reddine karar verilmesini savunmuştur. Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmesi üzerine; hüküm davalı Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Davacılar vekili, dava tarihinden geriye doğru kazanmayı sağlayan 20 yılı aşan zilyetlik nedeniyle mülkiyetin tespiti isteğinde bulunmuş, davalı Hazine vekili dava konusu edilen taşınmazların Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerden olduğunu açıklayarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir. Yerel bilirkişi ve tanıklar, davaya konu taşınmazının 20 yılı aşan süreden beri davacılar ve miras bırakanları tarafından tarım arazisi olarak tasarruf edildiğini, ziraatçı uzman bilirkişi taşınmazın kültür arazisi niteliğinde yerlerden olduğunu, jeolog bilirkişi ise kıyı kenar çizgisinin dışında kazanmaya elverişli yerlerden olduğunu açıklamaları üzerine, mahkemece dava konusu taşınmazların kıyı kenar çizgisinin dışında, özel mülkiyete konu olabilecek yerlerden olduğu ve davacılar yararına kazanma koşullarının oluştuğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiş, davalı Hazine vekili usule ve yasaya aykırılık iddiasıyla hükmü temyiz etmiştir.

1- Davalı Hazine vekilinin usule ilişkin temyiz itirazları bakımından;

Davacılardan Hasari Doğan’in dava tarihinde köy muhtarı olduğu dosyadaki yazılardan anlaşılmaktadır. Davacı Hasari aynı zamanda köy muhtarı olarak davalı köyü temsil edemez. Davalı köyün, köy derneğince seçilecek dava dışı üçüncü bir şahıs yardımı ile temsil edilmesi gerekir. Her ne kadar davada Mustafa Dağ isimli şahıs köy ihtiyar heyeti tarafından köy temsilcisi olarak atanmış ve davayı köy adına takip etmiş ise de, temsilcinin bu şekilde seçilmesi de doğru değildir.

442 sayılı Köy Kanununun 33/b maddesinde temsilci seçimi “Köy tüzel kişiliği ile davacı ve davalı olan muhtar ve ihtiyar meclisi üyeleri davalarda köy tüzel kişiliğini temsil edemezler. Yetkili temsilciyi köy derneği seçer” şeklinde hükme bağlanmıştır. Yasaya uygun olarak seçilecek temsilci yardımı ile davalı köyün temsilinin gerekli olduğu gözönünde tutularak, yetkili temsilcinin köy derneği tarafından seçilmesi ve seçilen kişinin mahkemeye bildirilmesi için kaymakamlığa yazıl yazılması, bu şekilde temsilci seçildikten sonra adına tebligat çıkarılması, varsa savunma ve delillerinin toplanması, ondan sonra işin esasına girilmesi gerekir. Taraflarla ilgili dava şartı yerine getirilmeden karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırıdır.

2- Davalı Hazine vekilinin esasa ilişkin temyiz itirazlarına gelince: Bir yerin davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan MK. nun 639/1. maddesi hükmü uyarınca tesciline karar verilmesi için diğer kazanma koşullan yanında taşınmazın niteliği itibariyle kazanmaya elverişli yerlerden olması gerekir. Kadastro Müdürlüğünün 08.08.2003 gün 260/4849 sayılı yazısında, davaya konu taşınmazların 1976 yılında yapılan kadastro çalışmaları esnasında tespit harici bırakıldığı bildirilmiş, ancak ne sebeple tespit dışı bırakıldığı açıklanmamıştır. Kadastro paftasına göre, taşınmazın kuzeyinde Fırat Nehri’nin yer aldığı anlaşılmaktadır. Mahkemece yapılan 20.09.2000 günlü keşfi takiben Teknik Bilirkişi Yaşar Aytaç tarafından mahkemeye sunulan 28.09.2000 günlü rapor ve 25.12.2003 günlü ek raporunda, kendisi tarafından düzenlenen aynı tarihli krokiye göre (F) harfi ile gösterilen 5.933.72 m2, (G2) harfi ile gösterilen 17.102.05 m2 ve (G3) harfi ile gösterilen 42.82 m2 yüzölçümündeki taşınmaz bölümlerinin keşif tarihi itibariyle baraj gölü suları altında bulunduğunu, (Gl) harfi ile gösterilen 28.769.06 m2 yüzölçümündeki taşınmaz bölümünün ise su üzerinde olduğunu açıklamıştır. Teknik bilirkişinin bu açıklamaları karşısında, artık yerel bilirkişi ve tanık sözleri ile su altında kalan taşınmaz bölümleri hakkında taşınmazı görmeden tahmine dayalı olarak görüş bildiren teknik, ziraatçı ve jeolog bilirkişi raporlarına değer verilemez. Bu bölümler yönünden usulüne uygun bir şekilde görerek nitelik belirlemesi yapıldığından da söz edilemez. Teknik bilirkişi tarafından düzenlenen 25.12.2003 günlü ek rapor ve ekli krokiye göre (F) harfi ile gösterilen 5.933.72 m2, (G2) harfi ile gösterilen 17.102.05 m2 ve (G3) harfi ile gösterilen 42.82 m2 yüzölçümündeki taşınmaz bölümleri yönünden davanın reddine karar verilmesi gerekirken, mahkemece farklı düşünce ve yazılı gerekçe ile davanın kabulüne karar verilmiş olması yasaya aykırıdır.

Teknik bilirkişi tarafından düzenlenen 25.12.2003 günlü ek rapor ve ekli krokiye göre (Gl) harfi ile gösterilen ve keşif tarihinde sular altında kalmadığı anlaşılan 28.769.06 m2 yüzölçümündeki taşınmaz bölümü yönünden Hazine vekili temyiz itirazlarına gelince: Bu bölüm yönünden de mahkemece yapılan inceleme ve araştırma hüküm vermeye yeterli değildir.

Az önce de açıklandığı gibi taşınmazın kuzeyinde Fırat Nehri bulunmaktadır. Taşınmazın kıyı ile olan ilişkisi üzerinde durulmamış, kıyıya elatma olup olmadığı, kıyıdan yer kazanılıp kazanılmadığı araştırılmamıştır.

Medeni Kanunun 715. maddesine göre deniz, göl ve akarsu kıyıları Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerdendir. Kıyılar deniz, göl ve akarsuların orantısı (mütemmim cüzü) olduğuna göre böyle bir yerin özel mülkiyete konu edilmesi, zamanaşımı ve zilyetlikle kazanılması mümkün değildir. Akarsuya bitişik olan taşınmazlarla ilgili uyuşmazlıklarda önemli olan yön, öncelikle taşınmaza sınır olan akarsuyun Kıyı Kanununun uygulanmasına dair Yönetmeliğin 4. maddesinde tanımı yapılan “Devamlı akış gösteren ve ekli listede belirlenen” ve kıyı kenar çizgisi tespiti gerekli olan akarsulardan olup olmadığı ve akarsuyun nehir tanımına giren kısmının kapsamında kalıp kalmadığının Kıyı Kanununun uygulanmasına dair Yönetmeliğe ek listeye göre belirlenmesi, sonra kıyı alanı ve kıyı kenar çizgisinin tespitidir.

Dava konusu taşınmaza sınır olan Fırat Nehri bu cetvelde sayılan akarsulardandır. Kıyı Kanunu ve Yönetmeliği, akarsu kıyılarını kapsamına aldığına ve akarsuların kıyı kenar çizgisinin tespitini öngördüğüne ve taşınmazın bir sınırı Fırat Nehri olarak gösterildiğine göre, dava konusu yerin kıyı kenar çizgisi ile kıyı arasında kalıp kalmadığının belirlenmesi uyuşmazlığın çözümü için ön koşuldur. Kıyı kenar çizgisi; deniz, tabii ve suni göl ve akarsularda, kıyı çizgisinden sonraki ve kara yönünde su hareketlerinin oluşturduğu kumluk, çalılık, kayalık, taşlık, sazlık, bataklık ve benzeri alanların doğal sınırını ifade eder. Kıyı kenar çizgisine kadar olan kısım özel mülkiyete konu olmayan kıyı alanını (kıyı şeridini) oluşturur.

Kıyı kenar çizgisinin tespitinin nasıl yapılacağı, başka bir ifade ile tespitte izlenecek yol Yüksek Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 28.11.1997 gün, 1996/5 esas, 1997/3 sayılı kararı ile açıklanmıştır. İçtihadı Birleştirme Kararma göre; kural olarak mülkiyet hukuku yönünden kıyı kenar çizgisinin belirlenmesi görevi adli yargıya aittir. Ancak 3621 sayılı Kıyı Kanununun 9. maddesi uyarınca, idare tarafından kıyı kenar çizgisi belirlenmiş ve yazılı bildirimine rağmen yasal süresinde idari yargıya başvurulmaması nedeniyle yargı yolunun kapanmış olması veya idari yargı tarafından verilip kesinleşmiş karar bulunması durumlarında, bunlara uygun şekilde kıyı kenar çizgisinin adli yargı tarafından tespiti gerekir.

Bu durumda mahkemece yapılacak iş: İdare tarafından belirlenmiş ve ilgili tarafa usulen yazılı olarak Anayasanın 125/3 ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 7. maddesi uyarınca tebliğ edilmiş ve yasal süre içerisinde idari işleme karşı idari yargıya başvurulmamış olması nedeniyle idari yargı yolu kapanmış veya idari yargı tarafından verilmiş bir karar sonucu belirlenmiş ve kesinleşen idari işlemle oluşmuş kıyı kenar çizgisinin bulunup bulunmadığının sorulması, varsa kesinleşmiş kıyı haritasının idareden getirtilerek jeolog ve teknik bilirkişi aracılığı ile mahallinde dava konusu yere uygulanarak taşınmazın kıyı haritası kapsamında kalıp kalmadığının tespiti ile durumunun bilirkişiler tarafından kıyı haritası üzerinde ve düzenlenecek krokide açık ve net bir şekilde Yargıtay denetimi ile infaza elverişli şekilde gösterilmesinden ibarettir.

İdarece yapılmış kıyı kenar çizgisinin bulunmaması halinde, 28.11.1997 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı gibi kıyı kenar çizgisinin mahkemece usulüne uygun şekilde tespiti gerekir. Bu tespit yapılırken 13.03.1972 tarih ve 7/4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklanan kıyı şeridinin nasıl tespit edileceğine dair kural ve yöntemler ile 17.04.1990 tarih, 3621 sayılı Kıyı Kanununun 4. maddesindeki tanımlar ve 9. maddesi hükmü gözönünde tutulmalıdır.

Açıklandığı şekilde, varsa idare tarafından belirlenmiş kıyı kenar çizgisine ait haritanın uygulanması, yoksa 3621 sayılı Kanunun 9. maddesine göre bu işlerde uzman olan jeolog, harita mühendisi ve taşınmazın niteliğine göre ziraat mühendisi bilirkişi aracılığıyla tespit edilecek kıyı kenar çizgisine göre, dava konusu taşınmazın niteliği belirlenerek uyuşmazlık hakkında bir karar verilmesi gerekir.

Bunlar yerine getirilmeden ve eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması doğru değildir ve yasaya aykırıdır.

Hazine vekilinin harç ve yargılama giderlerine yönelik temyiz itirazları bakımından ise; dava kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayalı mülkiyetin tespiti davası olup, TMK.nun 713/3. madde ve fıkrası hükmü uyarınca Hazine ve ilgili kamu tüzel kişileri doğal hasım durumunda bulunduklarından, harç ve yargılama giderlerinden sorumlu tutulamazlar. Bu nedenle, mahkemenin Harçlar Kanunu uyarınca Hazine harçtan muaf olduğundan, harç alınmasına yer olmadığına dair karar vermesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu gibi davalarda peşin ve bakiye harçlar davanın niteliği gereği davacı taraftan alınlığı gibi, yargılama giderleri de aynı şekilde davacı taraf üzerinde bırakılmasına karar verilir.

Davalı Hazine vekilinin temyiz itirazları bu bakımdan yerinde görüldüğünden kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerle BOZULMASINA 28.06.2004 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir