1. Anasayfa
  2. Yargıtay 13. Hukuk Dairesi

Yargıtay 13. Hukuk Dairesi E: 1998/4614 K: 1998/5241 T:09.06.1998


Taraflar arasındaki karma nitelikli sözleşmenin özel hukuk hükümlerine tabi olduğu, sözleşmenin kurulmasında 2886 ve 1580 sayılı Yasalara aykırılık bulunmadığı, tek taraflı feshin sözleşmeyi hukuken ortadan kaldıramayacağı, idari yargıya başvurulmamış olmasının sonuca etkili olmadığı, sözleşmeye bağlılık ilkesi ve iyiniyet kurallarına aykırı olarak sözleşmenin feshinin hukuk devleti ilkesine aykırı olduğu gözetilerek davanın reddine karar verilmelidir.

Taraflar arasındaki sözleşmenin iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün davalı avukatınca duruşmalı, davacı avukatı tarafından duruşmasız olarak temyiz edilmesi üzerine temyiz dilekçesinin süresinde olduğu saptanarak dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

Davacı, mülkiyeti kendisine ait 953 ada, 1 parsel sayılı taşınmazın usulsüz bir ihale ile davalı şirkete kiraya verildiğini, mevzuata ve şekil şartlarına aykırı şekilde yapılan ihalenin ve onun sonucunda düzenlenen kira sözleşmesinin mutlak butlanla malül bulunduğunu, bu nedenle ihale kararının sonradan 4.8.1994 günlü encümen kararıyla iptal edildiğini, idarenin hukuka aykırı işlemlerini her zaman geri alma yükümlülüğü altında olduğunu ileri sürerek, asıl davada tarihsiz kira sözleşmesinin birleştirilen davada ise 29.7.1993 günlü kira sözleşmesinin iptaline, tapu kaydındaki şerhin de silinmesine karar verilmesini istemiştir.

Davalı; U…… Petrol Ürünleri Limited Şirketi, taraflar arasındaki kira sözleşmesinin, aktedildiği andan itibaren özel hukuk hükümlerine tabi bulunduğunu, bu nedenle uyuşmazlığa özel hukuk hükümlerinin uygulanması gerektiğini, sözleşmenin sona erdirilmesini gerektiren nedenlerin somut olayda mevcut olmadığını, esasen taraflar arasındaki sözleşmenin kira değil, yap-işlet-devret modelinde karma bir sözleşme olması nedeniyle 2886 sayılı Kanunun uygulama yerinin bulunmadığını, iptale ilişkin encümen kararındaki gerekçelerin ve varit olmadığını, sözleşmenin belediye başkanınca imzalanmasının, tasarrufun tek başına belediye başkanına ait olduğunu göstermeyeceğini, bütçe kararnamesiyle belediye başkanının bu konuda yetkili kılındığını, önceden konut alanı olan yerin daha sonra imar değişikliğiyle akaryakıt satış istasyonuna dönüştürüldüğünü, Borçlar Kanunu’nun 19. ve 20. maddelerine aykırılığın da söz konusu olmadığını, istikrar kazanan idari işlemlerin geri alınmayacağını, kiralanan yere milyarlarca liralık masraf yapıldıktan ve bir yıl geçtikten sonra işlemin geri alınmasına hukuken mümkün olamayacağını savunarak her iki davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Davalı Tapu Sicil Müdürlüğü davaya cevap vermemiştir. Mahkemece, kira sözleşmesinin iptaline ilişkin encümen kararına karşı dayalı şirketin idare mahkemesine başvurmadığı, kararın kesinleştiği, bu durumda ortada herhangi bir sözleşmenin kalmadığı gerekçesiyle, davalı şirket aleyhindeki davanın kabulüne, her iki kira sözleşmesinin iptaline; davalı şirketin kiralananda yaptığı inşaat ve proje masrafları toplamı 4.790.278.000 TL. için hapis hakkı tanınmasına, Tapu Sicil Müdürlüğü aleyhindeki davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı ve davalı şirket tarafından temyiz edilmiştir.

1- 2886 sayılı İhale Kanunu’nun 64. maddesinin 2. fıkrası, üç yıldan fazla süreli kira akitlerinin hangi usullere göre yapılacağının Belediyeler için kendi, özel kanunlarıyla belirleneceği hükmünü taşımaktadır. Böylece belediyeler bu maddedeki düzenlemenin dışında tutulmuş ve özel kanunun uygulanacağı benimsenmiştir. Bu nedenle; anılan madde hükmünün uyuşmazlık konusu olaya uygulanması mümkün değildir. 1580 sayılı Belediye Kanunu’nun 70/10 maddesi ise, üç yıldan fazla süreli kira sözleşmelerinin yapılmasını, belediye meclisinin yetkisine bırakmaktadır. Bu hükme göre, belediye meclisinin karar alması durumunda, üç yıldan fazla süreli kira sözleşmesi yapılması mümkündür. Her ne kadar, belediye meclisinin, dava konusu ihalenin yapılması yolunda karar aldığını gösteren bir belge dosyada mevcut değil ise de, belediye meclisince kabul edilmiş olan 1993 yılı Bütçe kararnamesinde, belediye başkanına üç yıldan fazla sureli kira sözleşmeleri ve yap-işlet-devret modeliyle sözleşmeler yapma yetkisinin tanınmış olduğu, sunulan kararname örneğinden açıkça anlaşılmaktadır. Bu olgular karşısında, dava konusu sözleşmenin 1580 sayılı Belediye Kanununa aykırılığından söz edilmesine hukuken olanak bulunmamaktadır.

Öte yandan, dava konusu sözleşme, davacıya ait arsa üzerine davalı tarafından tesisler yapılıp belirli bir süre kullanıldıkları sonra devredilmesini ve bu süre içinde kira bedeli ödenmesine öngören, yaygın ve bilinen adıyla yap-işlet-devret modeline göre oluşturulmuş, salt kira sözleşmesi niteliğinde olmayıp, onun dışında hukuki boyutları da bulunan karma ve yapıldığı andan itibaren bütünüyle özel hukuk hükümlerine tabi olan bir sözleşmedir. Bu nedenle, davacı idarenin tek taraflı bir kararla böyle bir sözleşmeyi feshetme yetkisinin bulunmayacağı, aynı nedenle, bu sözleşmeden doğan uyuşmazlıklarla ilgili olarak idari yargı yerlerinin görevli olamayacakları çok açıktır. Hal böyle olunca, davacı idarece alınan ihalenin feshi kararının, dava konusu sözleşme yönünden herhangi bir hukuki sonuç doğurmayacağında kuşku ve duraksamaya yer olmamalıdır. Esasen davacının, alınan fesih kararına rağmen sözleşmenin iptali için işbu davayı açmış olması da, fesih kararının taraflar arasındaki sözleşmeyi hukuken sona erdirmeyeceğinin davacı tarafından da kabul edilmekte olduğunun göstergesidir. Mahkemenin davacı tarafından alınan ihalenin feshi kararına karşı davalının idari yargıya başvurmamış olması nedeniyle, taraflar arasında ki sözleşmenin kendiliğinden ortadan kalkmış bulunduğuna ilişkin gerekçesi, bu nedenle yerinde değildir.

Nihayet, ihale yapılıp taraflar arasında dava konusu sözleşme düzenlendikten ve üzerinden iki yıla yakın bir süre geçtikten sonra, acılan iş bu davayla sözleşmeden dönülmesi, Medeni Kanun’un 2. maddesinde ifadesini bulan iyi niyet kuralına aykırı olduğu gibi, idarenin, devamlılığı ilkesini de ihlal eder mahiyettedir. Kişilerin idare organlarıyla yaptıkları sözleşmelerin, sonradan meydana gelebilecek yönetim değişikliklerinden etkilenmeksizin, yapıldıkları andaki hal ve şartlarla sonuna kadar uygulanacaklarına güvenmeleri, Anayasa’da düzenlenmiş bulunan hukuk devleti ilkesinin basta gelen gereklerindendir. Hukuk devleti, kurallar koymama ve koyduğu kurallara uyulmasını sağlamanın ötesinde, bunlara öncelikle kendisi özenle uyan devlettir.

İdarenin belirli bir dönemdeki yönetim organlarınca hukuka uygun olarak akdedilen bir sözleşmenin, görevi sonradan devralan kişi ve organlarca, hukukumuzca egemen olan sözleşmeye bağlılık (ahde vefa) ilkesi bir kenara bırakılarak iptalinin istenmesi, anılan ilkeye aykırıdır. Somut olayda, yapılan sözleşmenin tüm gerekleriyle yürüyeceğine inanılarak, davalı tarafından sözleşmeye ve projesine uygun şekilde inşaata başlanıp, keşif sonucu düzenlenen bilirkişi raporunda belirtildiği üzere tesis inşaatı %35 oranında tamamlandıktan ve belirli bir miktarda masraf yapıldıktan sonra, davalının, sözleşme öncesi işlemlerde bizzat kendisince yapıldığı ileri sürülen, varlığı ve davalı tarafından bilindiği ya da bilinmesi gerektiği ve kanıtlanamayan usulsüzlüklere dayanmak suretiyle, iptal isteğine bulunması, az yukarıda açıklanan iyiniyet kuralı ve hukuk devleti ilkesine aykırıdır.

Açıklanan ilke ve kurallar ışığında mahkemece yapılması gereken iş, taraflar arasındaki sözleşmenin özel hukuk hükümlerine tabi bulunduğunun, sözleşmenin aktedilmesinde 2886 ve 1580 sayılı Kanunlara aykırılık olmadığının, davacının tek taraflı aldığı fesih kararının sözleşmeyi hukuken ortadan kaldıramayacağının ve davalının bu karara karşı idari yargıya başvurmamış olmasının sonuca etkili bulunmadığının benimsenmesi suretiyle, davanın reddine karar verilmesinden ibarettir. Yasa kurallarının yorumunda yanılgıya düşülerek, olaya uygun düşmeyen gerekçelerle yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması usule ve yasaya aykırıdır, bozma nedenidir.

2- Davacının, müdahalenin önlenmesi isteği bulunmadığı ve koşulları da oluşmadığı halde, davalı yararına hapis hakkı tanınmış olması da, kabul şekil bakımından yanlıştır, bozma nedenidir.

Sonuç: Temyiz olunan kararın yukarıda birinci ve ikinci bentlerde açıklanan nedenlerle taraflar yararına (BOZULMASINA), peşin harcın istek halinde iadesine, 6.000.000 lira duruşma avukatlık parasının karşılıklı alınarak birbirlerine ödenmesine, 9.6.1998 gününde oybirliğiyle karar verildi.

 

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir