1. Anasayfa
  2. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E: 2011/714 K: 2012/78 T: 15.02.2012


Zilyetliğin o malın/taşınmazın maliki olduğunu sahiplenme, kullanma, idare ve işletmesi amacıyla hakimiyetinde bulundurması halinde malik sıfatıyla zilyetlikten söz edilebilir. O mal üzerinde kendi zilyetliğinden başka kişinin üstün ve korunmaya değer zilyetliğini tanımayan kişinin zilyetliği malik sıfatıyla zilyetliktir. Tapusuz taşınmazın tesciline ilişkin davasında, diğer koşullar yanında malik sıfatı ile zilyetliğin Hazine’ye karşı kanıtlanması gerekir.

Taraflar arasındaki “tapu iptali tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Akçaabat 2. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 12.11.2008 gün ve 2008/23 E-2008/156 K. Sayılı kararın incelenmesi davalılar tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 26.04.2010 gün ve 2010/2512-5656 sayılı ilamı ile;

(“…Çekişmeli taşınmazların bulunduğu Akpınar Beldesinde 1998 yılında yapılan genel arazi kadastrosu sırasında 105 ada 24 parsel sayılı 875,26 m2, 177 ada 2 parsel sayılı 1080,27 m2 ve 179 ada 28 parsel sayılı 1884,67 m2 yüzölçümündeki taşınmazlar, mera vasfı ile sınırlandırılmıştır. Davacı 20.03.2003 tarihli dava dilekçesi ile 12.07.1984 tarih 7 sırada kayıtlı tapu kaydı ve kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayanarak 105 ada 24, 177 ada 2 ve 179 ada 28 parsel sayılı taşınmazların tapu kayıtlarının iptali ile adına tescili talebi ile dava açmıştır. Mahkemece, davanın kabulü ile 105 ada 24, 177 ada 2 ve 179 ada 28 parsel sayılı taşınmazların tapu kayıtlarının iptali ile davacı adına tapuya tesciline karar verilmiş, hüküm davalı Hazine ve Belediye Başkanlığı tarafından temyiz edilmiştir.

Dava dilekçesindeki açıklamaya göre dava, tapu iptali tescil davasına ilişkindir. Çekişmeli taşınmazın bulunduğu yörede genel arazi kadastrosu 1998 yılında yapılmış ve sonuçları 07.08.1998- 07.09.1998 tarihleri arasında ilan edilerek kesinleşmiştir.

Mahkemece davacı yararına kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği şartlarının gerçekleştiği kabul edilerek davanın kabulüne karar verilmiş ise de yapılan inceleme ve araştırma hüküm kurmaya yeterli değildir. Çekişmeli taşınmazların bulunduğu yörede orman kadastrosu yapılıp yapılmadığı araştırılmadığı gibi taşınmazların orman sayılan yerlerden olup olmadığı da araştırılmamıştır.

Mahkemece önceki bilirkişiler dışında halen Çevre ve Orman Bakanlığı ve bağlı birimlerinde görev yapmayan bu konuda uzman yüksek orman mühendisleri arasından seçilecek bir mühendis ve bir fen elemanı aracılığıyla yeniden yapılacak inceleme ve keşifte, çekişmeli taşınmazlarla ile birlikte çevre araziye de uygulanmak suretiyle taşınmazların öncesinin bu belgelerde ne şekilde nitelendirildiği belirlenmeli; 3116, 4785 ve 5658 Sayılı Yasalar karşısındaki durumu saptanmalı; tapu ve zilyedlikle ormandan toprak kazanma olanağı sağlayan 3402 Sayılı Yasanın 45. maddesinin ilgili fıkraları, Anayasa Mahkemesinin 01.06.1988 gün ve 31/13 E.K.; 14.03.1989 gün ve 35/13 E.K. ve 13.06.1989 gün ve 7/25 E.K. sayılı kararları ile iptal edilmiş ve kalan fıkraları da 03.03.2005 gününde yürürlüğe giren 5304 Sayılı Yasanın 14. maddesi ile yürürlükten kaldırılmış olduğundan, bu yollarla ormandan yer kazanılamayacağı, öncesi orman olan bir yerin üzerindeki orman bitki örtüsü yok edilmiş olsa dahi, salt orman toprağının orman sayılan yer olduğu düşünülmeli; toprak yapısı, bitki örtüsü ve çevresi incelenmeli; Orman sayılan veya orman rejimine girmiş yerler 15.07.2004 günlü Resmi Gazetede yayınlanan Orman Kadastro Yönetmeliğinin 26. maddesine göre özel mülkiyete tabi olmayacağından bu madde hükmü de dikkate alınarak ve kesinleşmiş orman kadastrosu bulunmadığından, yukarıda değinilen diğer belgeler fen ve uzman orman bilirkişiler eliyle yerine uygulattırılıp; orijinal-renkli (renkli fotokopi) memleket haritasının ölçeği kadastro paftası ölçeğine, yine kadastro paftası ölçeği de memleket haritası ölçeğine çevrildikten sonra, her iki harita komşu ve yakın komşu parselleri de içine alacak şekilde birbiri üzerine aplike edilmek suretiyle, çekişmeli taşınmazın konumunu çevre parsellerle birlikte haritalar üzerinde gösterecekleri yalnız büro incelemesine değil, uygulamaya ve araştırmaya dayalı, bilirkişilerin onayını taşıyan krokili bilimsel verileri bulunan yeterli rapor alınmalıdır. Bu şekilde yapılacak inceleme ve araştırma sonucunda taşınmazın orman sayılmayan yerlerden olduğu belirlendiği taktirde;

3402 Sayılı Kadastro Yasasının 17. maddesi gereğince orman sayılmayan, Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ve kamu hizmetine tahsis edilmeyen ve il, ilçe ve kasabaların imar planları kapsamında kalmayan araziden masraf ve emek sarfı ile imar ve ihya edilip tarıma elverişli hale getirilen (ev ve benzeri tesisler yapmak, dışarıdan toprak getirilerek tarıma elverişli hale getirmek imar ihya olarak kabul edilemez) ve imar ihyanın tamamlandığı tarihten tescil davasının açıldığı güne kadar 20 yıl süreyle zilyet edildiği ileri sürülerek tapuya tescili istenen taşınmazların, Kadastro Yasasının 14. maddesinde yazılı diğer koşulların yanında niteliğinin, imar ihya edildiğinin ve üzerinde sürdürülen zilyetliğin, başlangıç ve süresinin, kullanılıp kullanılmadığının ve tasarruf sınırlarının ne olduğunun takdiri delil olan yerel bilirkişi ve tanık sözleri yanında, gerçeğin bir resmi olan en eski tarihli hava fotoğrafı ile gerçeğin modeli olan memleket haritaları ile dava tarihinden ya da kadastro tespit tarihinden 15-20 yıl önce en az iki zamanda birbirini izleyen bindirmeli olarak çekilen çiftli hava fotoğrafları ve bu fotoğrafların yorumlanması ile üretilen memleket haritaları ve standart tomografik fotoğrametri yöntemi ile düzenlenen kadastro haritalarının, özellikle ön bindirmeli çekilen ve birbirini izleyen stereoskopik çift hava fotoğraflarının stereoskop aletiyle ve üç boyutlu olarak incelenip taşınmazın niteliğinin, konumunun ve kullanım durumunun anlatılan bilimsel yöntemle kesin olarak belirlenmesi gerekir.

Somut olayda mahkemece, anlatılan biçimde bir araştırma ve inceleme yapılmamıştır. O halde; dava konusu taşınmazın orman sayılmayan ve zilyetlikle kazanılabilecek yerlerden olduğunun belirlenmesi halinde, dava konusu taşınmaz ve etrafını gösterir ve ilk defa o yerde grafik ya da fotogrametri yöntemiyle düzenlenen 1/5000 ölçekli arazi kadastro paftasının orijinal fotokopi örneği ile taşınmaza bitişik ya da yakın komşu parsellerin, kadastro tespit tutanak örnekleri ve varsa bu parsellere uygulanan tapu ve vergi kayıtları ilk oluşturulduğu günden itibaren tüm gittileri ile, yine en eski tarihli memleket haritası ve hava fotoğrafları ve 288 sayılı genelgeye göre yapılan orman sınırlandırması yapılıp yapılmadığı sorularak yapılmış ise buna ilişkin harita, tomografik yöntemle yapılmış bir harita mevcut ise buna ilişkin harita getirtilmelidir. M.Y.’nın 713. maddesine dayanılarak açılan davalarda dava tarihinden, 15-20 yıl önce iki ayrı tarihte çekilmiş stereoskopik hava fotoğrafları ve bu fotoğraflara dayanılarak üretilmiş orijinal renkli memleket haritaları bulunduğu yerlerden istenerek, bu belgeler Ziraat Fakültelerinin toprak bölümünden mezun olan bir ziraat mühendisi, bir Harita-Kadastro (Jeodezi ve Fotogrametri) mühendisi ile üç yüksek orman mühendisinden oluşturulacak bilirkişi kurulu aracılığıyla, dava konusu taşınmaz ile çevresine uygulanıp bu belgelerde dava konusu yer belirlendikten sonra, hava fotoğrafları ve dayanağı haritalar stereoskop aletiyle ve üç boyutlu olarak incelettirilip taşınmazın niteliğinin bu belgelerde ne şekilde görüldüğü, imar-ihya ve zilyetliğin hangi tarihte başlanılıp tamamlandığı belirlenmeli, bu belgeler ile kadastro paftası, pafta düzenlenmemişse dava konusu taşınmazın 23/06/2005 gün ve 9070 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla yürürlüğe konulan BÖHHBÜY (Büyük Ölçekli Haritalar ve Harita Bilgileri Üretim Yönetmeliği) hükümlerine göre koordinatlı olarak düzenlenecek haritası hem 1/5000 ve hem de 1/25000 ölçeklerinde eşitlenerek kadastro paftası ile düzenlenen harita, komşu ve yakın komşu taşınmazları da içine alacak şekilde birbiri üzerine aplike edilmek suretiyle çekişmeli taşınmazın konumu, hava fotoğrafları ile orijinal renkli memleket haritaları üzerinde gösterir biçimde bilirkişi kurulundan ayrıntılı ve bilimsel verileri içerir, tomografik ve memleket haritalarından yararlanılarak taşınmazın gerçek eğim durumunu gösterir rapor alınmalı, dava konusu taşınmazın orman sayılmayan yerlerden olması veya kesinleşen orman kadastro sınırları dışında kalması ya da orman ve arazi kadastrosunun yapılıp kesinleştiği tarih ile dava tarihi arasında 20 yıldan fazla süre geçmesi o yerin kişiler adına tescili için yeterli olamayacağından bu şekilde yapılacak inceleme sonucu dava konusu yerin;

1)Orman sayılan veya orman rejimine girmiş (15.07.2004 günlü Resmi Gazetede yayınlanan Orman Kadastro Yönetmeliği madde 26) yerlerden yada 3402 Sayılı Yasanın 16. maddesinde belirtilen özel mülkiyete tabi olmayacak, kamu mallarından olduğunun belirlenmesi (3402 Sayılı Yasanın 16.md. A, B, C, D bentleri kapsamında kalan yerler),

2)Kamu hizmetine tahsis edilmiş olduğunun anlaşılması (3402 Sayılı Yasanın 17/1. maddesi gereğince orman yetiştirilmek üzere Orman Genel Müdürlüğüne tahsis edilen arazi ya da başka bir amaçla kamu hizmetine tahsis edilen arazi, imar-ihya ve zilyetlik yoluyla kazanılamaz. H.G.K. 03.06.1998 gün 1998/8-347-394 ve 12.12.2001 gün 2001/20-118-1156 S.K.),

3)İl, İlçe ve kasabaların nazım veya uygulamalı imar planlarının kapsadığı alanlarda kaldığının saptanması (3402 Sayılı Yasanın 17/2.md. H.G.K. 25.04.2001 gün 2001/20-390-396 S.K.),

4)Tescil davalarında, davanın açıldığı; kadastro tespitine itiraz davalarında ise kadastro tespit tutanağının düzenlendiği tarihten 20 yıl önce çekilmiş hava fotoğrafları ve bu fotoğraflardan üretilmiş memleket haritaları veya fotogometri yöntemiyle düzenlenen kadastro paftalarında zilyet ve tasarruf edilmeyen yerlerden olduğunun anlaşılması,

5)Kadastro tespit ve tescil harici bırakma işleminin kesinleştiği tarihten tescil davasının açıldığı tarihe kadar 20 yıllık zilyetlik süresinin geçmemiş olması (H.G.K.’nun 22/03/1995 gün 1994/8-873-216 ve 19/02/1997 gün 1996/8-768-100 ve 24/09/1997 gün 1997/20-372-718 ve 18/02/1998 gün 1998/8-15-129 sayılı kararları),

6)O yerde orman kadastrosu kesinleşmiş olsun olmasın, taşınmazın 6831 Sayılı Yasanın 17/2. ve Orman Kadastrosunun Uygulaması Hakkındaki Yönetmeliğin 26/a. maddeleri kapsamında orman içi açıklık konumunda bulunması (H.G.K.nun 10.12.1997 gün 1997/20-830-1034 ve 17.12.1997 gün 1997/20-808-1039 ve 22.10.2003 gün 2003/20-665-614 ve 11.10.2004 gün 2004/7-531-582 sayılı kararları ile orman içi açıklıkların zilyetlikle kazanılamayacağı kabul edilmiştir.),

7)Dava konusu taşınmazın veya yakın çevresinin arazi kadastro ekiplerince kadastro paftası üzerinde orman nitelemesi yapılarak tespit ve tescil harici bırakılması (H.G.K.nun 21.01.2004 gün 2004/8-15-7 ve 12.05.2004 gün 2004/8-242-292 ve 12/03/2008 gün ve 2008/20-214-241 sayılı kararları),

8)Kadastro (Tapulama) Komisyonu tarafından orman sayılarak tesbit ve tescil harici bırakılması (H.G.K.nun, 24.10.2001 gün 2001/8-964-751 ve 13.02.2002 gün 2002/8-183-187 sayılı kararları),

9)15.07.2004 günlü Resmi Gazetede yayınlanan Orman Kadastrosunun Uygulanması Hakkındaki Yönetmeliğin 26. maddesinin 2.fırkasında yazılı,

a)4785 Sayılı Yasayla Devletleştirilmiş orman,

b)3116 Sayılı Yasanın Geçici 1. maddesine göre kamulaştırılmış orman,

c)6831 Sayılı Yasanın 3. maddesine göre orman rejimine alınmış yer,

d)Aynı Yasanın 13. maddesinin (B) bendine göre orman olarak ağaçlandırılan veya ağaçlandırılacak yer,

e)Aynı Yasanın 24. maddesine göre kamulaştırılan ya da diğer suretle orman yetiştirmek üzere kamulaştırılan yer,

f)Devlet Ormanı olduğuna dair kesinleşmiş mahkeme kararı bulunan yer,

g)Herhangi bir nedenle orman sınırı dışında kalmış orman,

h)Maliye Bakanlığınca orman olarak tahsis edilmiş yerlerden ağaçlandırılmış ya da ağaçlandırılmak üzere planlanmış saha,

ı)Orman ve toprak muhafaza karakteri taşıyan funda ve makilik alan olduğunun belirlenmesi halinde bu tür yerlerin herhangi bir şekilde komisyonlarca sınırlama dışı bırakılmış veya orman sayılmamış olmasının bu yerlerin orman olma vasfını ortadan kaldırmayacağı düşünülerek başka bir araştırmaya gerek kalmadan Hazine davasının kabulü ile dava konusu taşınmazın orman niteliği ile Hazine adına tesciline karar verilmelidir (H.G.K…’nun 15/03/2006 gün 2006/8-106-68 sayılı kararı).

Yukarıda yazılı koşulların somut olayda bulunmaması halinde, taşınmazın öncesinin ne olduğu, imar-ihya yapılmışsa hangi tarihte başlanılıp bitirildiği, kimden kime kaldığı, zilyetliğin ne zaman başlayıp nasıl sürdürüldüğü ve ekonomik amacına uygun olup olmadığı, maddi olaylara dayalı ve ayrıntılı olarak, taşınmaz başında dinlenecek yerel bilirkişiler ile taraf tanıklarından sorulmalı, yerel bilirkişi ve tanık sözlerinin doğruluğu yukarıda belirtilen ve gerçeğin kendisi olan belgelere dayalı olarak düzenlenecek bilirkişi kurulu raporuyla denetlenmeli,

Somut olayın özelliği göz önünde bulundurularak ayrıca; Çekişmeli taşınmazlara komşu ve yakın komşu olan 105 ada 23 ve 25, 177 ada 3, 179 ada 26, 27, 29 ve 24 parsellere ait kadastro tespit tutanakları ile varsa dayanağı olan tapu ve vergi kayıtları getirtilerek mahallinde uygulanmalı, dava konusu taşınmazların bulunduğu yönü ne şekilde gösterdiği belirlenmeli, 3402 Sayılı Yasanın 14/1. maddesinde yazılı 40 ve 100 dönüm kısıtlama araştırmasının aynı maddenin 03/07/2005 gün ve 5403 Sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanma Yasası ile değiştirilen 2.fıkrası hükümlerine göre yapılacağı düşünülerek, adına tescil kararı verilecek kişi ya da kişiler ile diğer mirasçılar ve onların miras bırakanları yönünden aynı çalışma alanı içerisinde belgesizden zilyetliğe dayalı olarak tespit ve tescil edilen taşınmaz olup olmadığı, varsa cinsi, parsel numaraları ve miktarı, Tapu Sicil ve Kadastro Müdürlüklerinden ve yine, aynı kişiler tarafından açılan tescil davası olup olmadığı Hukuk Mahkemesi Yazı İşleri Müdürlüklerinden ayrı ayrı sorularak gerektiğinde tespit tutanak örnekleri ve tapu kayıtları ya da tescil dava dosyaları getirtilip incelenmeli, dava konusu taşınmazın sulu ya da kuru tarım arazisi olup olmadığı konusunda (5403 Sayılı Yasanın 3/j maddesi ile Taşınmaz Malların Sınırlandırma Tespit ve Kontrol İşleri Hakkındaki Yönetmeliğin değişik 10. maddesinin ikinci fıkrası hükümlerine göre, sulu tarım arazisi: tarım yapılan bitkilerin büyüme devresinde ihtiyaç duyduğu suyun, su kaynağından alınarak yeterli miktarda ve kontrollü bir şekilde karşılandığı araziler olarak açıklandığından) ziraat mühendisinden yasanın amacına uygun rapor alınmalı, bundan sonra toplanan delillerin tümü birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmelidir…” )

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Davacı vekili, Akpınar Beldesinde yapılan kadastro çalışmaları neticesinde tapunun 179 ada 28 parsel, 177 ada 2 parsel ve 105 ada 24 parsel numaralı taşınmazların tapuya müvekkili adına tescil edilmesi gerekirken, “mera” olarak tesbit edildiğini, 179 ada 28 parselin kadimden beri tarla olup mera olarak hiç kullanılmadığını, taşınmaz üzerinde bilinmeyen tarihten beri ev bulunduğunu, dava konusu taşınmazın müvekkilinin de hissedar olduğu 932 yevmiye, 397 cilt, 22 sahife, 7 sıra ve 12.07.1984 tarihli tapunun kapsamında olduğunu, tapu hisseli olmasına rağmen, müvekkili ve atalarının malik sıfatıyla yaklaşık 100 yıldır zilyetliğinde olduğunu, müvekkilinin taşınmaz üzerindeki eski evleri yıkıp 4 katlı ev yaptığını, kalan kısmı da tarla olarak kullandığını, 179 ada 24 parsel ile dava konusu 28 parselin, gerçekte bir bütün olup her ikisinin de malik sıfatıyla davacının zilyetliğinde olmasına rağmen, taşınmazın kadastro çalışmalarında ikiye ayrılarak dava konusu taşınmazın davacı adına kayıt edilmediğini; 177 ada 2 parselin kadimden beri tarla olup mera olarak hiç kullanılmadığını, evveliyatında 178 ada 1 parsel ile bir bütün olan parsel içinden 8-10 yıl önce araç yolu geçtiğini ve parselin zeminde ikiye ayrıldığını, bir bütün olan ve tarla olarak müvekkilinin zilyetliğinde bulunan taşınmazın 178 ada 1 parsel numaralı taşınmazın müvekkili adına tespit edilip dava konusu 177 ada 2 parsel numaralı yerin ise “mera” olarak tespit edildiğini, 105 ada 24 parsel ise kadimden beri tarla olup hiç mera olarak kullanılmadığını, davacının bu parseli tarla olarak, 1973 yılında üzerinde yapılmış olan ev ile birlikte satın aldığını, içinde ev olan bu taşınmazın yıllardır tarla olarak kullanıldığını belirterek, 179 ada 28 parsel, 177 ada 2 parsel ve 105 ada 24 parsel numaralı taşınmazların “mera” olarak yapılan sınırlandırmanın iptali ile bu parsellerin davacı adına tapuya tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı Hazine vekili, dava konusu taşınmazların, 3402 sayılı Kanunun 7. maddesine göre sınırlandırılması yapılan, tapu ve vergi kaydı olmayan yerlerden olup, kadimden beri Akpınar Beldesi halkı tarafından mera olarak kullanıldığını, bu gibi yerlerin zilyetlikle iktisabının mümkün olmadığını belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir. Davalı Akpınar Belediye Başkanlığı ise, davaya cevap vermemiştir.

Mahkemece, dava konusu yerlerin mera olmadığının tespiti ile davacı yararına kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği şartlarının gerçekleştiği kabul edilerek davanın kabulüne karar verilmiştir. Davalılar vekillerinin temyizi üzerine karar; Özel Dairece, yukarıda başlık bölümünde metni aynen yazılı gerekçeler ile bozulmuştur.

Mahkemece, aynı köyde bulunan benzer gayrimenkuller hakkında verilen kararların Yargıtay 8. ve 16. Hukuk Daireleri tarafından onandığı, talebin dava konusu taşınmazların mera olmadığı yönünde olup, orman oldukları yönünde bir iddia ve savunma bulunmadığı, taleple bağlı kalınması gerektiği, bozma ilamına konu yapılan hususların eldeki dava ile ile ilgisi olmayıp araştırılmasında bu dosya açısından hukuksal yarar bulunmadığı gerekçeleri ile direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararını davalılar vekilleri temyize getirmiştir. Bozma ve direnme kararının kapsamları itibariyle dava konusu taşınmazların mera vasfı taşımadığı konusunda Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dava konusu taşınmazlar hakkındaki inceleme ve araştırmanın sadece kadastro tespitinde belirlenen nitelikleri ile sınırlı olarak mı yapılacağı yoksa taşınmazların “Orman sayılan yerlerden” olup olmadığına dair araştırma yapılmasının gerekip gerekmediği; burada varılacak sonuca göre mahkemece yapılan inceleme ve araştırmanın hüküm kurmaya yeterli olup olmadığı noktalarında toplanmaktadır.

Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında, bazı üyeler tarafından Kadastro tespitinde nizalı taşınmazların niteliğinin mera olarak belirlendiği, mahkemece bu yerin mera olmadığının saptandığı, bu hususun dairece de kabul edildiği bunun dışında başka bir araştırmaya gerek olmadığı görüşü ileri sürülmüş ise de, çoğunluk aşağıdaki nedenlerle bu görüşe katılmamıştır.

Öncelikle belirtmek gerekir ki, dava konusu taşınmazların kadimden beri mera olarak kullanılan yerlerden olmadığı ve mera tahsisine de konu edilmediği, dolayısıyla “mera” vasfı taşımadığı Özel Daire ve Yerel Mahkemenin kabulündedir ve bu hususta uyuşmazlık bulunmamaktadır.

Bu belirlemeden sonra, Türk Hukuk sisteminde taşınmazların olağanüstü zamanaşımı yoluyla iktisab kavramı, hukuki fonksiyonları (veya etkileri) ve unsurları hakkında genel bir açıklama yapılmasında ve sonra somut olayın bu açıklamalar ışığında irdelenmesinde fayda bulunmaktadır.

Kural olarak taşınmaz mülkiyeti tescille kazanılır. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK)nun 705/1. maddesinde; “…taşınmaz mülkiyetinin kazanılması tescille olur.” denilmiş, bu maddenin 2.fıkrasında da, belirtilen kuralın istisnaları olan tescilsiz kazanma (tescilden önce) kazanma halleri sayılmıştır. Anılan hükme göre, miras, mahkeme kararı, cebri icra, işgal, kamulaştırma halleri ile kanunda öngörülen diğer hallerde mülkiyet tescilden önce kazanılır. Hiç kuşku yok ki, sayılan bu haller dışında tescilsiz kazanma halleri/yolları da vardır. Öğretide tescilsiz kazanma halleri “kütük dışı kazanma” olarak da nitelendirilmektedir. Tescilsiz kazanma yollarının başında TMK.nun 713. maddesine dayalı olağanüstü zamanaşımı yolu ile mülkiyet hakkının edinilmesi gelmektedir (Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Eşya Hukuku, 5.bası, sf.653.).

Olağanüstü zamanaşımı yoluyla taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, TMK.nun 713. maddesinde düzenlenmekle birlikte, 3402 sayılı Kadastro Kanunu(KK)’nun 14. maddesinde tapuda kayıtlı olmayan taşınmaz malların olağanüstü zamanaşımı yoluyla kazanılması ve tespiti hüküm altına alınmıştır. Aynı kanunun 33/3. maddesindeki yollama nedeniyle genel hüküm niteliği kazandırılan 14. madde Kadastro Kanunu’nun uygulandığı yerler dışında bulunan taşınmaz mallar hakkında da uygulanır. Bu hükümle, tapuda kayıtlı olmayan taşınmazların tespit ve tescili yönünden TMK.nun 713. maddesine benzer bir düzenleme getirilmiştir. Tapusuz bir taşınmazın, bölünebilir bir parçasının veya bir payının senetsizden tapu siciline tescili bu hükümler çerçevesinde gerçekleştirilecektir.

Olağanüstü zamanaşımı yoluyla taşınmaz mal mülkiyetini kazanma koşullarına gelince;

Birinci koşul; taşınmazın tapuda kayıtlı olmaması gerekir.

Bir taşınmaz malın, bir payının veya bir parçasının olağanüstü zamanaşımı yoluyla kazanılabilmesi için, tapu sicilinde kayıtlı olmaması gerekir. Taşınmaza ilişkin bu koşul, TMK.nun 713/1. maddesinde, “Tapu kütüğüne kayıtlı olmayan bir taşınmazı…” şeklinde ifade edilmiştir.

Anılan hüküm karşısında, kural olarak tapulu bir taşınmazın tamamı veya bir parçasının yada bir payının olağanüstü zamanaşımı nedeniyle kazanılması mümkün bulunmamaktadır. Tapu siciline kayıtlı bir taşınmazın ikinci defa tapu siciline kaydı mümkün değildir. Aynı taşınmazın ikinci defa tapu siciline tescili çifte tapuya yol açar.

İkinci koşul; taşınmazın kazanılmaya elverişli olması gerekir.

TMK.nun 713/1 ve 3402 sayılı KK.nun 14. maddesi hükümlerine göre, bir taşınmaz malın, olağanüstü zamanaşımı yoluyla kazanılması ve tapu siciline tescili için taşınmazın kazanılmaya elverişli yerlerden olması gerekir. Bu nedenle, öncelikle taşınmazın kazanılacak yerlerden olup olmadığının saptanması gerekir. Taşınmazın niteliğinin elverişli olması kazanma için bir ön koşuldur. Diğer kazanma koşullarının oluşup oluşmadığı, taşınmazın niteliğinin belirlenmesinden sonra aranılacak hususlardır. Eğer taşınmaz hiç kazanılamayacak bir yer ise, diğer kazanma koşullarının araştırılmasına ve incelenmesine gerek kalmayacaktır. TMK.nun 713/1. maddesi kural olarak, özel mülkiyete konu olabilecek taşınmazları kapsayan ve düzenleyen bir hükümdür. (Özmen İhsan-Çorbalı Halim, 3402 sayılı Kadastro Kanunu Şerhi, 1991, sf.372)

Hemen belirtelim ki, tüm taşınmazların, olağanüstü zamanaşımı yoluyla kazanılması mümkün değildir. Kazanılmaya elverişli ve özel mülkiyet şeklinde tapu siciline yazılan taşınmazlar yanında, olağanüstü zamanaşımı yoluyla kazanılması mümkün olmayan yerlerde bulunmaktadır. (Ozanalp Nusret, Tapulama Kanunu Şerhi, 1976, sf.372)

Bu nedenle, öncelikle olağanüstü zamanaşımı yolu ile kazanılacak taşınmazların belirlenmesi gerekmektedir. TMK.nun 713. maddesinde ve KK.nun 14. maddesinde taşınmazların niteliği hakkında bir açıklama yapılmamıştır. Başka bir anlatımla, hangi taşınmazların olağanüstü zamanaşımı yoluyla kazanılacağı hakkında bir açıklamaya yer verilmemiştir. TMK.nun 999. maddesinde, “Özel mülkiyete tabi olmayan ve kamunun yararlanmasına ayrılan taşınmazlar…”ın kütüğe kayıt olunamayacağı vurgulandıktan sonra; ikinci fıkrada da, “Tapuya kayıtlı bir taşınmaz, kayda tabi olmayan bir taşınmaza dönüşünce tapu sicilinden çıkarılır.” denilmiştir.

Hemen belirtmek gerekir ki, 3402 sayılı KK.nun 14. maddesindeki kuru ve sulu nitelik ayrımı da, belgesizden kazanılacak taşınmazların yüzölçümlerine ilişkin bulunmaktadır.

Görüldüğü üzere, kazanılacak yerlerin nitelikleri ve türleri hakkında açık bir hüküm ve düzenleme bulunmamaktadır. Başka bir anlatımla, hangi taşınmazların olağanüstü zamanaşımı ve zilyetlikle kazanılacağı kanunlarda gösterilmemiştir. Buna karşın, olağanüstü zamanaşımı yoluyla kazanılmayacak taşınmazlarla ilgili bir çok kanunda hükümler bulunmaktadır.

Kazanılmaya elverişli bulunmayan taşınmaz mallardan hareketle, tescil edilmeyecek taşınmazları belirlemek, tescil edilecek ve tescil edilemeyecek taşınmazların sınırını çizmek suretiyle bu hususun çözüme kavuşturulması gerekmektedir. Öğreti de olağanüstü zamanaşımı ve zilyetlik yoluyla kazanılacak ve tapu siciline tescil edilecek taşınmazların bu yöntemle belirlenmesine işaret edilmektedir.

Kazanılmaya elverişli olmayan ve bu nedenle TMK.nun 713. ve 3402 sayılı KK.nun 14. maddesinin kapsamına girmeyen taşınmazlar doğal yapıları, nitelikleri, tahsis edildikleri hizmet ve amaçları ile özel yasalardaki kazanmayı önleyen yasaklar ve sınırlamalar nedeniyle kazanılamayan taşınmazlardır. Bu taşınmazların büyük bölümü kamu mallarıdır. Kamu malları, TMK.nun 713/1. maddesinin kapsamı dışında kalırlar. Kamu mallarının en büyük ayırt edici özelliği, olağanüstü zamanaşımı yoluyla kazanılamamalarıdır.

Mera, yaylak ve kışlaklar kamunun yararlanmasına ayrılan, Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki kamu mallarıdır. Gerek kamunun ortak yararlanmasına tahsis edilen yerlerden olmaları ve gerekse doğal yapıları gereği TMK.nun 713/1. maddesi hükmü uyarınca olağanüstü zamanaşımı ve zilyetlik yolu ile kazanılmaları mümkün bulunmamaktadır. Bu tür yerlerde özel hukuk kuralları çerçevesinde zilyetlik kurulamaz. Yasalarda belirtilen yetkili organlarca nitelikleri değiştirilmedikçe özel mülkiyet şeklinde kazanılmaları mümkün olamaz. Mera, yaylak ve kışlakların mülkiyeti hazineye, kullanma hakkı ilgili köy veya köyler ile belediyeye aittir.

4342 sayılı Mera Kanunu(MK)’nun 4. maddesinin 3.fıkrasında açıkça, mera, yaylak ve kışlakların özel mülkiyete geçirilemeyeceği, zamanaşımı uygulanamayacağı ve amacı dışında kullanılamayacağı belirtilmiştir. Mera, yaylak ve kışlaklar üzerinde sürdürülen zilyetliğin süresi ve niteliği ne olursa olsun kazanma sağlamaz.

Hemen belirtmek gerekir ki, bir yerin Toprak Tevzi Komisyonunca mera olarak tahsis edilmiş olması, evveliyatı itibariyle o yerin mutlak suretle mera olarak kabulüne yeterli değildir.

Ne var ki, Toprak Tevzi Komisyonunca bir yerin mera olarak tahsisinin yapılmış olması durumunda gerçek kişinin o yerdeki zilyetliği sona erer. O itibarla, mera olarak tahsis yapıldığı tarih itibariyle kazandırıcı zamanaşımı yoluyla mülk edinme koşullarının gerçekleştiğinin saptanması gerekir. Bunun içinde yalnızca mera tahsis haritasıyla yetinilmeyip, belirtilmeye ilişkin tutanak ile kayıt ve belgelerin celp edilerek taşınmazın evveliyatının ne olduğunun araştırılması icap eder.

Ormanlar ise, başta Anayasa olmak üzere, TMK., 3402 sayılı KK. ve 6831 sayılı Orman Kanunu(OK)’nun da düzenlenmiştir.

Anayasa’nın 169. maddesinin 2.fıkrasında, “Devlet ormanlarının mülkiyeti devrolunamaz. Devlet ormanları kanuna göre Devletçe yönetilir ve işletilir. Bu ormanlar zamanaşımı ile mülk edinilemez ve kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamaz.” denilmiştir.

Sahipsiz yerler ve kamuya ait mallar başlığını taşıyan TMK.nun 715. maddesinde açıkça ormanlardan söz edilmemiş ise de, anılan maddedeki düzenleme karşısında ormanların Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerden olduğu hususunda duraksamamak gerekir.

3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun, 16/D maddesinde ormanların Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunduğu, bu Kanunda hüküm bulunmayan hallerde özel kanun hükümlerine tabi olduğu açıklanmıştır.

Ormanlar, Anayasa ve anılan Kanunların hükümleri karşısında, Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan kamu mallarıdır. Doğal yapıları ve nitelikleri gereği olağanüstü zamanaşımı yolu ile kazanılmaları mümkün değildir. TMK.nun 999. maddesi uyarınca ormanların özel mülkiyet şeklinde tapu siciline tescili de mümkün bulunmamaktadır. TMK.nun 729. maddesinin son fıkrasında ormanların üst hakkına konu olamayacağı açıklanmıştır. Diğer kamu mallarında olduğu gibi, ormanlar da devir ve ferağ olunmaz, kanunların açıkça düzenlediği haller dışında üzerinde ayni haklar kurulamaz; sınırlandırmaya tabi olan kamu mallarıdır ve ormanların sınırlandırması tespit mahiyetinde değildir.

Hemen belirtelim ki, ormanların Hazine adına tescili, TMK.nun 999. maddesindeki anlamda bir tescil değildir. Kesinleşmiş orman sınırlandırmasının tapu siciline aktarılması niteliğinde olan bir işlemdir(Özdemir Şükrü, Deda Necip, Orman Hukuku, 1991, sf.23).

Kamu malı olan ormanın/ toprağının olağanüstü zamanaşımı yoluyla kazanılması ve tapu siciline özel mülkiyet şeklinde tescili mümkün değildir. Böyle bir yerin her nasılsa tapu siciline tescil edilmesi, o taşınmaz malı kamu malı olmaktan çıkarmaz. Taşınmaz niteliği itibariyle kamu malı olmakta devam eder.

Bir yerin, 6831 sayılı Orman Kanunu’nun, 1. maddesi uyarınca orman sayılan yerlerden olup olmadığının belirlenmesi bakımından, öncelikle o yerde yetkili orman kadastro komisyonlarınca yapılıp kesinleşen orman sınırlandırmasının bulunup bulunmadığının araştırılması gerekir. Kesinleşmiş orman sınırlandırması mevcut ise, belirlemenin buna göre yapılması gerekir. Orman kadastrosu yapılan bölgelerde bir yerin orman sayılan yerlerden bulunup bulunmadığı, sınırlandırmaya ait harita ve tutanakların yerel ve orman konusunda uzman bilirkişiler aracılığıyla yerine uygulanması suretiyle belirlenir.

Henüz, orman kadastrosu görmeyen bir taşınmazın dava konusu edilmesi halinde, mahkemece yapılacak inceleme sonunda o yerin orman sayılan yerlerden olup olmadığını belirlemek suretiyle uyuşmazlık çözüme kavuşturulacaktır. Hiç kuşku yok ki, hakim uzman bilirkişiler aracılığıyla taşınmazın niteliğini belirleyecektir.

Ormanla ilgili hususlar kamu düzeniyle ilgili olup mahkemece kendiliğinden araştırılması gerektiği gibi, yargılamanın her aşamasında ve hüküm kesinleşinceye kadar da (orman, mera, yaylak ve kışlak gibi kamunun hizmetine terk ve tahsis edilen yerler ile Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerler bakımından) her zaman ileri sürülebilir.

Zamanaşımı yoluyla kazanılma için üçüncü koşul ise, zilyetliğe ilişkindir. Zilyetlik, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu(TMK)’nun 973 ve 996. maddelerinde düzenlenmiştir.

Taşınır mallar ile tapu sicilinde kayıtlı olmayan taşınmaz mallarda, hak durumu ve açıklık fonksiyonu ve taşınır malların satış ve devri yönünden zilyetlik önem kazanmaktadır. Tapu siciline kayıtlı taşınmazlarda açıklığı, tapu sicilindeki kayıtlar sağladığı halde, taşınır mallarda ve tapu siciline kayıtlı olmayan taşınmazlarda bu işlevi zilyetlik sağlamaktadır.

Zilyetlik, TMK.nun 976. maddesinde tanımlanmıştır. Anılan madde de, “Bir şey üzerinde fiili hakimiyeti bulunan kimse onun zilyedidir.” denilmektedir.

Anılan madde de açıkça yazılı olduğu üzere, zilyetlik bir şey üzerindeki fiili hakimiyettir. Zilyet, hakimiyetinde bulundurduğu o şeyin/malın üzerinde ayni veya şahsi bir hakkın sahibi olabileceği gibi, hiçbir hak olmaksızın da o şey üzerinde zilyetliğini kurmuş olabilir. Zilyetlik haktan bağımsız ayrı olan bir kurumdur. Henüz mülkiyet hakkının edinilmediği, sınırlı ayni bir hak veya şahsi bir hak kurulamadığı hallerde de zilyetlik söz konusu olabilir. Bir şey üzerinde zilyetliğin kurulması için, zilyetliğin temelinde bir hakkın bulunması zorunlu değildir. Bundan ötürü, TMK.nun 982. ve devamı maddelerinde zilyetlik, temelindeki haktan bağımsız olarak koruma altına alınmıştır. (Sapanoğlu Süleyman, Zilyetlikten Kaynaklanan Tescil Davaları, Ankara 2006, sf.625)

Tapu siciline kayıtlı olmayan taşınmazlarda, zilyetlik mülkiyetin karinesidir.

Zilyetliğin konusu taşınır, taşınmaz mallar ve haklardır. TMK’nun 973. maddesinde yazılı “bir şey” sözcüğünden zilyetliğin konusunun taşınır ve taşınmaz mallar olduğu sonucu çıkmaktadır.

TMK’nun 704. maddesinde yazılı taşınmaz mülkiyetinin konusunu oluşturan mallar üzerinde de zilyetlik kurulur. Ancak taşınmaz mal tapulu olabileceği gibi, tapusuz da olabilir. Tapusuz taşınmazlarda zilyetliğin ayrı bir önemi ve işlevi bulunmaktadır.

Tapuda kayıtlı taşınmazlarda tapu sicili mülkiyete karine teşkil ettiği halde tapusuz taşınmazlarda zilyetlik mülkiyetin karinesidir. TMK’nun 992. maddesinde tapuya kayıtlı taşınmazlarda hak karinesinden ve zilyetlikten doğan dava açma hakkından yalnız adına tescil bulunan kimse yararlanır denilmiştir.

Bir mal üzerinde zilyetliğin kurulmasından söz edilebilmesi için, o mal üzerinde iradi olarak hakimiyetin kurulması gerekmektedir.

Zilyetlik özel hukuk hükümlerine tabi mallar üzerinde kurulur. Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan kamu malları üzerinde özel hukuk hükümlerine göre zilyetlik kurulamaz. Öteki deyişle, kamu malları nitelikleri, doğal yapıları ve mahiyetleri gereği olağanüstü zamanaşımı yoluyla kazanılması mümkün olmadığı gibi, kamunun yararlanmasına terk ve tahsis edilmeleri nedeniyle, kişilerin üzerlerinde fiili hakimiyet kurmalarından da söz edilemez.

Ayrıca, TMK’nun 713/1. maddesi hükmü uyarınca, tapusuz bir taşınmaz malın olağanüstü zamanaşımı ve zilyetlik yoluyla kazanılabilmesi için, kanunda yazılı diğer kazanma koşulları yanında zilyetliğin davasız/çekişmesiz geçmesi gerekir. Bu koşul TMK’nun 713/1. maddesinde, “davasız”, 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 14. maddesinde de, “çekişmesiz” zilyetlik şeklinde ifade edilmiştir.

Gerek TMK’nun da, gerekse 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nda davasızlık koşulunun tanımı yapılmamıştır. Öğretide oybirliğiyle kabul edildiği üzere, çekişmeden maksat davadır(Düzceer Alirıza, kazandırıcı zamanaşımıyla taşınmaz iktisabı, 2. baskı, sf.216).

TMK’nun 713/1. maddesine dayalı tescil davalarında, diğer koşullarda olduğu gibi davasızlık koşulu yönünden dava tarihine kadar çekişmenin çıkıp çıkmadığının araştırılması gerekir. Kazanma koşullarının oluşması ve mülkiyet hakkının doğmasından sonra ortaya çıkan çekişmeler kazanmayı önlemez.

Bununla birlikte, bir taşınmaz malın olağanüstü zamanaşımı yoluyla kazanılması için 20 yıllık zilyetlik süresinin aralıksız ve sürekli geçmesi gerekir. Yürürlükten kaldırılan 743 sayılı Kanunu Medeni (MK)nin 639/1., 4721 sayılı TMK’nun 713/1. ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 14. maddesinde “aralıksız” sözcüğü ile bu koşula yer verilmiştir. Tüm bu hükümlerden açıkça anlaşıldığı üzere aralıksız zilyetlik kazanma koşuludur.

Kazanmayı sağlayan zilyetliğin yirmi yıl süreyle aralıksız geçmesi gerekir. Kazanmayı sağlayan zilyetlik başlangıcından sonuna kadar sürekli geçmelidir.

Eklemeli zilyetlik halinde zilyetliğin aralıksız sürdürüldüğü kabul edilir. Geçerli bir hukuki ilişkiye dayanarak zilyetliği devir alan zilyet, önceki zilyedin süresinden yararlanır.

Öte yandan, zilyetliğin “malik sıfatı ile” geçmesi gerekir. TMK’nun 713/1. maddesinde “malik sıfatı ile” zilyetlik kazanma bakımından koşul olarak düzenlenmiştir.

Zilyetliğin o malın/taşınmazın maliki olduğunu sahiplenme, kullanma, idare ve işletmesi amacıyla hakimiyetinde bulundurması halinde malik sıfatıyla zilyetlikten söz edilebilir. O mal üzerinde kendi zilyetliğinden başka kişinin üstün ve korunmaya değer zilyetliğini tanımayan kişinin zilyetliği malik sıfatıyla zilyetliktir. Tapusuz taşınmazın tesciline ilişkin davasında, diğer koşullar yanında malik sıfatı ile zilyetliğin Hazine’ye karşı kanıtlanması gerekir.

Kazanmayı sağlayan yirmi yıllık zilyetlik, TMK’nun 973. maddesi uyarınca taşınmaz üzerinde “fiili hakimiyet”in ve malik sıfatıyla zilyetliğin kurulduğu andan itibaren başlar. Tescil konusu taşınmaz üzerinde kanunda yazılı koşullar altında zilyetliğin kurulduğu tarihten itibaren yirmi yıllık kazanma süresi başlar.

Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde:

Davacı vekili, üç adet taşınmaz hakkında açtığı davada, 177 ada 2 parsel ve 105 ada 24 parsel numaralı taşınmazların kadimden beri tarla olup mera olarak hiç kullanılmadığını, müvekkili ve atalarının bu taşınmazları zilyetliğinde bulundurup eskinden beri tarla olarak kullandıklarını belirterek, olağanüstü kazandırıcı zamanaşımı yoluyla; 179 ada 28 parsel numaralı taşınmazın ise müvekkilinin de hissedar olduğu 932 yevmiye, 397 cilt, 22 sahife, 7 sıra ve 12.07.1984 tarihli tapunun kapsamında olduğunu, tapu hisseli olmasına rağmen, müvekkili ve atalarının malik sıfatıyla yaklaşık 100 yıldır zilyetliğinde olduğunu, müvekkilinin taşınmaz üzerindeki eski evleri yıkıp 4 katlı ev yaptığını, kalan kısmı da tarla olarak kullandığını belirtmiştir.

Böylece, davacı, taşınmazların bir kısmı yönünden tapuya; kalan kısmı için ise malik sıfatıyla zilyet sıfatıyla olağanüstü zamanaşımı yoluyla mülkiyeti iktisap ettiği iddiasına dayanmıştır.

Çekişmeli taşınmazların bulunduğu yörede genel arazi kadastrosu 1998 yılında yapılmış ve sonuçları 07.08.1998- 07.09.1998 tarihleri arasında ilan edilerek kesinleşmiştir.

Kadastroda dava konusu taşınmazlar “mera” vasfıyla sınırlandırılmıştır.

Mahkemece, davacının iddiası doğrultusunda taşınmazlar hakkında sadece eskiden beri mera olup olmadıkları konusunda bir araştırma yapılmış, başkaca da bir araştırma yapılmadan taşınmazların mera olmadıklarının tespiti üzerine davanın kabulüne karar verilmiştir.

Dava konusu taşınmazların mera olmadığı hususu Özel Dairece de benimsenmiş, ancak orman olup olmadığına ve zilyetliğe ilişkin araştırma yetersiz görülerek karar bozulmuştur.

Mahkemenin direnme gerekçesi, taşınmazın mera olarak sınırlandırılmasına karşın yapılan araştırma ile mera vasfı taşımadığının belirlendiği, tespitte orman olduğuna ilişkin bir belirleme ve bu konuda bir itiraz da olmadığına göre orman araştırmasının yapılmasına gerek olmadığı, zilyetlikle kazanma koşulları gerçekleştiği, hususlarına dayanmaktadır.

Davacı mülkiyet hakkını bir kısım taşınmazlarda tapuya, bir kısmında da zilyetliğe dayandırdığına ve taşınmazın sınırlandırılmasına dayanak teşkil eden mera vasfının gerçek olmadığı, taşınmazların mera vasfı taşımadığı anlaşıldığına göre, bu yerlerin gerçek vasfının tespiti, gerçekten olağanüstü zamanaşımına dayanılarak zilyetlikle kazanılabilecek yerlerden olup olmadığının kesin olarak çözüme kavuşturulması gerekir. Zira, burada verilecek karar, ileride aynı yerle ilgili olarak taraflar arasında görülecek bir davada kesin hüküm oluşturacağından; kadastro sırasında yapılan nitelemeye bağlı kalınmaksızın taşınmazın gerçek niteliğinin ve buna göre de kazandırıcı zamanaşımı ile iktisap edilip edilemeyeceğinin belirlenmesi gerekir.

Yargılama aşamasında, mahkemece; 09.09.2005 ve 14.04.2008 tarihlerinde taşınmazların bulunduğu yerde keşif yapılmış, keşif sonucu düzenlenen 12.09.2005 tarihli fen bilirkişisi Lokman Şen’in raporuna göre ise, 177 ada 2 parsel ve 105 ada 24 parsel numaralı taşınmazların “Devlet Ormanı”na sınır oldukları tesbit edilmiş, keşifte dinlenilen mahalli bilirkişi Mehmet Kahraman’da, bu parsellerin güneyinde yeni fidanlık ve fundalıkların bulunduğunu buraların orman için bırakıldığını beyan ettiği halde, bu konu üzerinde durulmamıştır.

Ayrıca mahkemece, davacının 28 parsel için dayandığı tapu kaydı mahalline uygulanmadığı gibi, bu konuda bilirkişilerden raporda alınmamış, ormana sınır olduğu belirtilen taşınmazlar hakkında orman araştırması da yapılmamıştır.

Bununla birlikte dava konusu taşınmazların olağanüstü kazandırıcı zamanaşımı yoluyla mülkiyetinin kazanılıp kazanılmayacağına ilişkin yeterli araştırma yapılmadan, sadece mera olmadığının tesbiti ile yetinilmek suretiyle karar verilmiştir.

Şu hale göre, taşınmazların kadastroda belirlenen niteliği dışında, olağanüstü zamanaşımı ile kazanılacak yerlerden olup olmadığı hususu, kesin olarak çözüme kavuşturulmuş değildir.

Bunun yanında, dava konusu taşınmazlar ile aynı nitelikte olduğu söylenilen başka taşınmazlar olduğu, bunlarla ilgili verilen kararların Yargıtay denetiminden geçerek kesinleştiği, mahkemece direnmeye gerekçe yapılmış ise de, bu dosyalar getirtilerek incelenmemiş ve mahalline uygulanarak eldeki dosya ile bir bütün halinde değerlendirme yapılmamıştır.

Hal böyle olunca, mahkemece, dava konusu taşınmazlar hakkında yukarıda açıklanan zilyetlikle ilgili ilkeler doğrultusunda ve özel daire bozma kararında belirtilen ormanla ilgili araştırma ve incelemelerin yapılması; davacının 28 parsel numaralı taşınmaz hakkında dayandığı tapu kaydının mahalline usulünce uygulanması; emsal nitelikte olduğu ileri sürülen diğer dava dosyalarının celbi ile bir bütün halinde araştırma ve değerlendirme yapılarak, sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, eksik araştırma ve soruşturma ile, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

S O N U Ç : Davalı Hazine ve Akpınar Belediye Başkanlığının temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının, Özel Daire bozma kararında gösterilen ve yukarıda açıklanan genişletilmiş nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, hazine harçtan muaf olmakla, Akpınar Belediye Başkanlığı tarafından yatırılan peşin harcın talep halinde bu davalıya iadesine, 15.02.2012 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir