1. Anasayfa
  2. Yargıtay 8. Hukuk Dairesi

Yargıtay 8. Hukuk Dairesi E: 2005/6651 K: 2005/7232 T: 27.10.2005


Tapulu bir taşınmazın veya bir bölümünün tapu kaydının hukuki değerini yitirmesi için yasada belirtilen koşulların oluştuğunun kanıtlanması gerekir; mahkemece, davacıların dayandıkları delillerin tümü toplanmadığı için kazanmanın gerçekleşip gerçekleşmediği anlaşılmamaktadır; lübnan uyruklu bir kişinin Türkiye’deki taşınmazının edinilip edinilmeyeceğinin öncelikle gözönünde tutulması gerekir.

Ali ve müşterekleri ile Fuad İskender ve müşterekleri, dahili davalılar Mehmet ve Hatice aralarındaki tapu iptali ve tescil davasının reddine dair İ. 3. Asliye Hukuk Hakimliği’nden verilen 18.4.2005 gün ve 587/139 sayılı hükmün Yargıtay’ca incelenmesi davacılar vekili tarafından süresinde istenilmiş olmakla, dosya incelendi, gereği düşünüldü:

Davacılar vekili, dava konusu taşınmaz bölümünü kapsayan 208 parselin kayıt maliki davalıların miras bırakanı İskender’in 1973 yılında öldüğünü, tapu kaydının intikal görmediğini, harici satın alma nedeniyle vekil edenlerinin 20 yıldan fazla süre ile koşullarına uygun olarak tasarrufta bulunduklarını, bu bölüme ait tapu kaydının 766 sayılı Tapulama Kanununun 32/C ve 3402 sayılı Kadastro Kanununun 13/B-b maddesi hükmü uyarınca hukuki değerini yitirdiğini ileri sürerek kaydın iptali ile vekil edenleri adına tapuya tesciline karar verilmesini istemiştir.

Davalılar vekili, dava konusu taşınmaz bölümünün davacılara satılmadığını, kira ilişkisine dayalı olarak zilyet olduklarını, davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.

Mahkemece, davacıların harici satın almaya ilişkin belge vermediklerini, dosyaya sunulan diğer belgelerin harici satışla ilgili olmadığını, kazanma koşullarının oluşmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi üzerine; hüküm, davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, TMK’nın 713/2. maddesine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir. Kural olarak, tapulu bir taşınmazın veya tapuda kayıtlı bir payın kazandırıcı zamanaşımı ve zilyetlik yoluyla edinilmesi mümkün değildir. Ancak, kanunun açıkça izin verdiği ve düzenlediği ayrık durumlarda tapulu bir yerin veya tapuda kayıtlı bir payın koşulları oluştuğu takdirde kazandırıcı zamanaşımı ve zilyetlik yoluyla edinilmesi mümkün olabilir. Kanunun açıkça izin verdiği hallerden biri de TMK’nın 713/2. maddesindeki düzenlemelerdir. Anılan maddede, “aynı koşullar altında, maliki tapu kütüğünden anlaşılmayan veya 20 yıl önce ölmüş, ya da hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazın tamamının veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasının zilyedi de o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir” denilmiştir.

Dava konusu taşınmaz bölümünü kapsayan 120445 m2 yüzölçümlü 208 parsel kadastro yoluyla 8.4.1927 tarihinde İskender adına tescil edilmiş, intikal görmemiştir. 2675 sayılı Kanun hükümleri uyarınca verilen tenfiz ve tanınmaya ilişkin İskenderun Sulh Hukuk Mahkemesinin 27.2.1984 gün 47/36 Esas ve Karar sayılı mirasçılık belgesinin içeriğine göre, kayıt maliki İskender 28.1.1973 tarihinde ölmüş, mirasçı olarak davalı olarak gösterilen kişileri bıraktığı anlaşılmıştır. Dosya arasındaki vekaletname ve dayanağı olan Beyrut Noterliğince düzenlenen vekaletnamenin içeriğine göre davalıların Lübnan uyruklu oldukları anlaşılmaktadır.

Davacılar vekili, vekil edeni Ahmet ile diğer davacıların miras bırakanının dava konusu taşınmaz bölümünü 50 sene kadar önce kayıt maliki İskender’den satın ve devraldıklarını, o tarihten bu yana zilyet olduklarını belirterek iptal ve tescil isteğinde bulunmuştur. Dinlenen tanık davacılar ve miras bırakanlarının dava tarihinden geriye doğru 20 yıldan fazla süre ile kültür arazisi olarak tasarrufta bulunduğunu bildirmiş, listede isimleri geçen diğer tanıkların dinlenilmesinden vazgeçilmediği halde sebebi açıklanmaksızın bilgilerine başvurulmamıştır. Toplanan deliller ve dosya içeriğine göre, TMK’nın 713/2. maddesindeki yollama nedeniyle aynı maddenin 1. fıkrasında öngörülen koşulların davacılar lehine oluştuğu belirlenmiştir. Bu açıklamalar karşısında, mahkemenin ret gerekçesi dayanaksız kalmaktadır. Ne var ki, dava konusu taşınmaz dosya içeriğine göre Lübnan uyruklu İskender adına tapuda kayıtlı bulunan bir yerdir. Bu durumda, yabancı uyruklu bir kişi adına kayıtlı bulunan bir taşınmazın veya bir bölümünün kazanılıp kazanılmayacağının tartışılıp değerlendirilmesi gerekir.

Az yukarıda açıklandığı üzere; kanunun düzenlediği ve izin verdiği hallerde tapulu bir taşınmazın veya payının ya da ayrılması mümkün bir bölümünün TMK’nın 713. maddesinde belirtilen koşullar altında tasarruf edilmiş olması halinde kazanılması mümkün olabilir. Davacılar vekili, ileri sürmüş olduğu diğer yasa hükümleri yanında 3402 sayılı Kadastro Kanununun 13/B-b maddesi hükmüne dayanmış ise de, iddiaya göre harici satın alma, kadastro yoluyla tespit ve tescil tarihinden sonraki bir döneme rastlaması nedeniyle bu hükmün olaya uygulama kabiliyeti bulunmamaktadır. Davacılar vekilinin yasa maddesini yanlış bildirmiş olması sonuca etkili değildir. Zira, HUMK’nın 76. maddesi hükmü uyarınca maddi olayların ileri sürülmesi taraflara, bunların nitelendirilmesi ve uygulanacak kanun maddelerini belirlemek hakime aittir. Dava dilekçesinin içeriği ve iddianın ileri sürülüş şekline göre; dava TMK’nın 713/2 ve 3402 sayılı Kadastro Kanununun 13/B-c maddesine dayalı iptal ve tescil davasıdır. Anılan hükümlere göre, tapulu bir taşınmazın veya bir bölümünün tapu kaydının hukuki değerini yitirmesi için yasada belirtilen koşulların oluştuğunun kanıtlanması gerekir. Mahkemece, davacıların dayandıkları delillerin tümü toplanmadığı için kazanmanın gerçekleşip gerçekleşmediği anlaşılmamaktadır.

Tüm bunlardan ayrı, dosyadaki belgelere göre kayıt maliki İskender, Lübnan uyruklu bir kişidir. Bu durumda, 1062 sayılı “Hudutları Dahilinde Tebaamızın Emlakine Vaziyet Eden Devletlerin Türkiye’deki Tebaaları Emlakine Karşı Mukabelei Bilmisil Tedabiri İttihazı Hakkında Kanun” hükümleri uyarınca, Lübnan uyruklu bir kişinin Türkiye’deki taşınmazının edinip edinilmeyeceğinin öncelikle gözönünde tutulması gerekir. Hatay bölgesinin anavatana katılmasından sonra Türk ve Suriye ile Lübnan uyruklu kişilerin taşınmazlarının tasfiyesine ilişkin hükümetimizle Fransa hükümeti arasında yapılan anlaşmaların uygulanmasından doğan uyuşmazlığı çözecek komisyon çalışmalarının sonuç vermemesi üzerine, Türk hükümetince 1062 sayılı Kanuna dayanılarak çıkarılan 13.1.1939 gün 2/10250 ve 14.02.1942 gün 2/1717 sayılı kararnamelerle bu konuda bir çözüm bulununcaya kadar Suriye’li ve Lübnan’lılara ait Türkiye’de bulunan taşınmazlarının ipotek ve ferağ olunması, kamulaştırılan taşınmazların bedellerinin Hazine adına emaneten bankada saklı tutulması önlemleri alınmış, 1.10.1966 gün ve 6/7104 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ve bunun uygulama şeklini gösteren yönetmelik hükümleri uyarınca, Suriye uyruklu kişilerin tüm menkul ve tapulu ve tapusuz taşınmazlarına Hazinece el konulmuştur. Açıklandığı üzere, 1939 ve 1942 yıllarında çıkarılan kararnameler Lübnan uyruklu kişileri de kapsamaktadır. 29.1.1951 gün ve 8/12389 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile de 1939 ve 1942 tarihli kararnamelerin Lübnan uyruklu kişilerle ilgili tedbirler bölümü kaldırılmıştır. Bu tarihten itibaren Lübnan uyruklu kişiler kararnamelerin kapsamından çıkarılmış, bu konuda daha sonra çıkarılan kararnamelerin de kapsamına alınmamışlardır. Bu durumda, uyuşmazlığın 1062 sayılı Kanun hükümleri uyarınca çözüme kavuşturulması gerekir. Ancak, bu konuda yapılan araştırma ve inceleme de yetersizdir. 1062 sayılı Kanun hükümleri uyarınca yabancı uyruklu bir kişinin taşınmazının kazandırıcı zamanaşımı ve zilyetlik yoluyla edinilip edinilmeyeceğinin düşünülmesi, edinilecek yerlerden ise iddia ve savunma çerçevesinde taraf delillerinin eksiksiz olarak toplanıp birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik incelemeye dayalı olarak yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmiş olması doğru görülmemiştir.

Sonuç: Davacılar vekilinin temyiz itirazları bu bakımlardan yerinde olduğundan kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerle HUMK’nın 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 27.10.2005 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.