20.03.1957 tarih 1956/12 E. 1957/2 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanabilmesi için temlik işleminin tarafları arasında akrabalık ilişkisi bulunmasının yeterli olduğu, doğrudan mirasçılık ilişkisinin aranması gerekmediğine” ilişkin direnmesi yerindedir. Ne var ki, temlikin hibe veya miras hukukuyla ilgili amaçlarla yapıldığı hususunun yöntemince kanıtlanıp kanıtlanamadığına yönelik diğer temyiz itirazları Özel Dairece incelenmemiştir.
Taraflar arasındaki ” önalım ” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul 6. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce davanın reddine dair verilen 16.07.2009 gün ve 2008/184 E., 2009/163 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin 26.04.2010 gün ve 2010/12572 E., 2010/4945 K. sayılı ilamıyla;
(“…Dava önalım hakkına konu payın iptali ve tesciline ilişkindir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekilince temyiz edilmiştir.
Davacı vekili dava dilekçesinde taşınmazın 1/3 hissesinin Pertevniyel Valide Sultan Vakfı adına kayıtlı olduğunu, davalının bu taşınmazdan 6.3.2008 tarihinde 26.703.-TL bedelle 2/3 pay satın aldığını 4.6.2008 tarihinde öğrendiklerini belirterek önalım hakkının tanınmasını ve davalı adına kayıtlı payın iptali ile davacı adına tescilini talep etmiştir. Davalı vekili ise pay satanın amcası olduğunu, amcasının bu payı kendisine hibe ettiğini, tapuda gösterilen bedelin ise bu nedenle düşük gösterildiğini hibede önalım hakkının kullanılamayacağını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Önalım hakkına konu 163 ada 30 parsel sayılı taşınmazda paydaş Kenan Can’ın 6.3.2008 tarihinde 26.703.-TL bedelle 2/3 hissesini davalı Hamit Selçuk Yıldız’a satıp devir ettiği anlaşılmaktadır. Davalı savunmasında tapuda satış olarak gösterilen işlemin aslında satış olmadığını hibe olduğunu pay satan amcasının payı kendisine hibe ettiğini belirtmiş bu konuda tanık dinletmiştir. Dinlenilen davalı tanıkları Kenan Can’ın eşi ve çocuklarının bulunduğunu ve kendisine bakmadıklarını bu nedenle payın davalıya hibe edildiğini beyan etmişlerdir. Her ne kadar davalı tanıkları payın hibe olduğunu belirtmiş iseler de burada 27.3.1957 tarih ve 2/12 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı’nın uygulanma olanağı bulunmamaktadır. Temlik miras hukukuna ilişkin olmadığı gibi pay satın alan kişi pay satanın mirasçısı da değildir. Önalım bedeli tapuda gösterilen bedel ve masraflarla birlikte 26.703.-TL olarak 08.04.2009 tarihinde mahkeme veznesine depo edildiği anlaşılmaktadır. Bu nedenle davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle davanın red edilmesi doğru olmadığından hükmün bozulması gerekmiştir….”)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, önalım hakkına dayalı olarak tapu iptal ve tescil istemine ilişkindir. Davacı vekili, dava konusu taşınmazın 1/3 hissesinin Pertevniyel Valide Sultan Vakfı adına kayıtlı olduğunu, taşınmazın 2/3 hissesinin maliki olan dava dışı Kenan Can’ın hissesini davalıya satış yolu ile devrettiğini belirterek önalım hakkı uyarınca davalının hissesinin iptali ile payın davacı adına tescilini istemiştir.
Davalı, tapuda satış olarak gerçekleştirilen işlemin gerçekte akrabalar arasında yapılmış bir bağış olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
Yerel Mahkemece, temlik işleminin tarafları arasında akrabalık bulunduğu ve İçtihadı Birleştirme Kararı kapsamında kaldığı, payın davalıya hibe edildiğinin anlaşıldığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur. Yerel Mahkemece önceki kararda direnilmiş; karar davacı vekilince temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; 20.03.1957 tarih 1956/12 E. 1957/2 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanabilmesi için payını devreden ile devralan arasında mirasçılık ilişkisi bulunmasının gerekip gerekmediği; varılacak sonuca göre, somut olay yönüyle, yeğen ile amca arasında gerçekleşen önalım istemine konu satış işleminin, gerçekte hibe niteliğinde kabul edilip edilemeyeceği, noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümünde öncelikle “önalım hakkı” nın hukuki niteliğinin açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
Bilindiği üzere, paylı mülkiyette paydaşlar arasında ortak idare ve kullanma durumu söz konusu olduğundan paydaşların birbirlerini bilmeleri ve tanımaları önem taşımaktadır. Bu ihtiyacın gereği olarak paydaşlar arasına yabancı bir kişinin girişini engellemek, taşınmazın daha küçük parçalara ayrılmasını önleyebilmek, hisselerin mümkün olduğu kadar hissedar elinde toplanmasını temin etmek amacıyla paylı taşınmazlarda hissedarın temlik hakkı sınırlandırılarak kanuni önalım hakkı tanınmıştır.
Önalım hakkı taşınmaz mal mülkiyetinin kanundan doğan takyitlerindendir. 26.12.1951 gün ve 1/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında önalım hakkının yenilik doğuran bir hak olduğu belirtilmiştir.
Öte yandan, 20.06.1951 gün 5/13 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da, ön alım hakkının hukuki niteliği “Şufa hakkı, mefşu hissenin üçüncü şahsa satılması ve satışa ıttıladan itibaren bir ay içinde kullanılmış olması gibi muayyen şartlar altında kullanılacak yenilik doğurucu bir haktır ki, şefinin bu hakkı kullandığı yolundaki tek taraflı irade beyanının müşteriye vasıl olmasıyla yeni bir hukuki vaziyet meydana getirilmesine yarar. Bu hakkın kullanılmasıyla şefi yeni bir akit yapmaya hacet kalmaksızın müşteriye halef olur” şeklinde açıklanmıştır.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun Yasal Önalım Hakkı-Önalım Hakkı Sahibi başlıklı 732. maddesinde: “Paylı mülkiyette bir paydaşın taşınmaz üzerindeki payını tamamen veya kısmen üçüncü kişiye satması halinde, diğer paydaşlar önalım hakkını kullanabilirler” hükmü öngörülmüştür.
Anılan düzenlemede önalım hakkının açık bir tarifi yapılmamakla birlikte temel prensibin mülkiyet serbestisi ve tasarruf yetkisi olduğu gözetilerek paydaşın temlik hakkı sınırlandırılırken bu sınırlandırma da sınırlı tutularak sadece satım akitleri için önalım hakkının varlığı kabul edilmiştir.
Bu husus, yukarıda içeriği açıklanan 20.06.1951 gün ve 5/13 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da benimsenmiş, kararın gerekçesinde; “taşınmaz mülkiyetinin takyitlerinden olan kanuni önalım hakkının taşınmazda hisse sahibi bulunan şahsa, diğer bir kimsenin payının üçüncü kişiye satılması halinde o hisse müşteriye neye mal olmuş ise o miktar ile ve belli bir süre içinde satın almak yetkisini veren ayni bir hak olduğu” ifade edilmiştir.
Açıkça görüldüğü üzere kanuni önalım hakkından söz edebilmek için paylı mülkiyet hükümlerine tabi bir taşınmazdaki payın üçüncü şahsa satılması gerekmektedir; önalım hakkının konusu pay satışıdır.
Gerçek bir satışın konusu olmayan, satım niteliğinde bulunmayan pay temliklerinde yasal önalım hakkı doğmayacaktır.
Önalım hakkının payın satışındaki şartlar dahilinde kullanılması gerektiğinden, payı paradan başka bir karşılıkla iktisap edenlerden; onu, aynı şartları yerine getirmek suretiyle temellük etmeye imkan bulunmamaktadır.
Bu kapsamda, temlikin hibe şeklinde olması halinde, hibede bir malın bedelsiz olarak üçüncü kişinin mülkiyetine geçirilmesi amaçlandığından önalım hakkı kullanılamayacaktır. Zira önalımda, önalım hakkını kullanan kişinin payı satın alana ödemekle yükümlü olduğu bedel hibede mevcut değildir; önalım hakkını kullananın hiçbir bedel ödemeden payın kendisine devrini istemesi mümkün değildir.
Önemle vurgulanmalıdır ki, kural olarak, payı satın alan tarafından temlik işleminin satış olarak gösterilmekle birlikte gerçekte hibe olduğu savunmasında bulunulması halinde, diğer bir anlatımla hibe ile temlikin amaçlandığının iddia edildiği hallerde, payı temlik alan davalı muvazaalı resmi işlemin tarafı olduğundan ve hiç kimse kendi muvazaasına dayanamayacağından muvazaa iddiasının dinlenmeyeceği açıktır.
Somut uyuşmazlıkta ise davalı gerçekte miras hukukundan kaynaklanan amaçlarla yapılan hibe işleminin görünürde satış işlemi olarak gösterildiği savunmasında bulunarak, 20.03.1957 tarih 1956/12 E. 1957/2 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararını iddiasına dayanak yapmıştır.
Uyuşmazlığın çözümünde anılan “İçtihadı Birleştirme Kararı”nın kapsamı ve amacı önem taşımakta olup anılan kararın uygulanabilmesi için işlemin tarafları arasında doğrudan mirasçılık ilişkisinin bulunması gerekip gerekmediği hususunun değerlendirilmesi ve çözümü gerekmektedir:
Belirtilmelidir ki, “İçtihadı Birleştirme Kararları” konuları ile sınırlı, gerekçeleri ile açıklayıcı, sonuçları itibariyle bağlayıcıdır. 20.03.1957 tarih 1956/12 E. 1957/2 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının bağlayıcı olan sonuç kısmında:
“Müşterek mülkün hissedarı, hissesini karı ve kocaya evlada veyahut akrabaya temlik etmesi halinde şeklen satış akdi bulunsa bile hakikatte satıştan gayri miras hukukuna müteferri maksatların veya hibe gibi mülahazaların hakim olduğu ahvalde Medeni Kanunun hakiki satışlarda kabul eylediği şufa hakkının cereyan etmeyeceğine” karar verildiği belirtilmiştir.
Anılan kararın açıklayıcı olan gerekçe kısmında ise: “miras hukukuna müteallik kaidelere tevkifan veya sair mülahazalarla kendi evladına veya akrabasına satış yapması halinde de şufa cereyan edip etmeyeceği noktasının…mülahaza olunmak icap eder. Bu gibi akrabaya satışta ortada satış akdinin bir unsuru olan bedel zikredilmiş olsa bile bunu mücerret bir satış olarak kabul etmeye imkan yoktur. Çünkü burada mümellikin maksadı malının bedelini almak değil, belki akrabalık münasebeti dolayısıyla onu tesahüp etmek ve yerine geçmektir” açıklamasına yer verilmiştir.
Görüldüğü üzere kararın hem bağlayıcı olan sonuç kısmında ve hem de açıklayıcı olan gerekçe kısmında özel bir hukuki statüyü ifade eden “mirasçı” teriminin tek başına kullanılmasından özenle kaçınılmış ve daha geniş olan “akraba” kavramına da yer verilmiştir.
Şu hale göre, bu içtihadı birleştirme kararının sadece satış tarihi itibariyle doğrudan mirasçı olan kişileri kapsamına aldığının kabulü mümkün değildir.
Öte yandan, anılan karar muvazaa iddiasının mevcudiyeti halinde yol gösterici olarak, bu halde akdin amacının tespitinin zorunlu olduğunu, “müşterinin, bayiin mirasçısı olması” hususunun akdin vasfını tayinde değerlendirilecek bir emare olduğunu belirtmiştir.
Temlik işleminin taraflarının birbirlerine akraba olmasının ötesinde “mirasçı” olması hususu akdin amacının satış olup olmadığını tayinde bir emare olarak kabul edilmiş ve “mirasçı” kavramına bu noktada özel olarak yer verilmiştir.
Yukarıda yapılan açıklamaların ışığında 20.03.1957 tarih 1956/12 E. 1957/2 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının, sözleşmede taraf olan kişinin işlemde muvazaa savunmasında bulunamayacağı ve bunu her türlü delille ispat edemeyeceği kuralının istisnası olduğu görülmektedir.
Anılan kararın uygulanabilmesi için öncelikle satışın, satış tarihi itibariyle doğrudan mirasçılar arasında yapılması gerekmeyip, temlikin taraflarının akraba olması yeterlidir.
Temlikin akrabalar arasında satış şeklinde yapılmış olması halinde ise, bu kez İçtihadı Birleştirme Kararının aradığı “hibe veya miras hukukuyla ilgili amacı” nın bulunup bulunmadığı hususunun, diğer bir ifade ile akrabalar arasında yapılan her temlikte somut uyuşmazlığın niteliğine göre temlikin hibe veya miras hukukuyla ilgili amaçlarla yapılmış olup olmadığının yöntemince ispatı aranmalıdır.
Sonuçta, temlikin hibe veya miras hukukuyla ilgili amaçlarla yapıldığının ispatı halinde de temlikle önalım hakkının kullanılmasının mümkün olamayacağı gözetilmelidir.
Somut uyuşmazlıkta, paylı mülkiyete tabi taşınmazda paydaş olan dava dışı Kenan Can’ın payını halen sağ olan erkek kardeşinin oğlu olan yeğeni davalı Hamit Selçuk Yıldız’a tapuda satış yoluyla devrettiği, taşınmazın diğer paydaşı olan davacının süresinde önalım hakkını dava yolu ile kullandığı anlaşılmaktadır.
Davalı, tarafı olduğu temlik işleminin muvazaalı olduğu gerçekte hibe amacı ile işlem yapıldığını ve hibe amacı ile yapılan temliklerde önalım hakkı kullanılamayacağını savunmuştur.
Yukarıda yapılan açıklamaların ışığında, temlik işleminin tarafları arasında amca-yeğen ilişkisi bulunması ve tarafların akraba olması karşısında Yerel Mahkemenin, “20.03.1957 tarih 1956/12 E. 1957/2 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanabilmesi için temlik işleminin tarafları arasında akrabalık ilişkisi bulunmasının yeterli olduğu, doğrudan mirasçılık ilişkisinin aranması gerekmediğine” ilişkin direnmesi yerindedir.
Ne var ki, temlikin hibe veya miras hukukuyla ilgili amaçlarla yapıldığı hususunun yöntemince kanıtlanıp kanıtlanamadığına yönelik diğer temyiz itirazları Özel Dairece incelenmemiştir.
Bu nedenle, dosyadaki tüm deliller incelenerek bu konuda bir karar verilmek üzere dosya Özel Daireye gönderilmelidir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, temlik işleminin tarafları arasında akrabalık ilişkisinin bulunmasının yeterli olup; doğrudan mirasçılığın aranması gerekmediğine ilişkin direnme uygun olup, temlikin hibe veya miras hukukuyla ilgili amaçlarla yapıldığı hususunun yöntemince kanıtlanıp kanıtlanamadığına yönelik diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 6. hukuk dairesine gönderilmesine, 08.02.2012 tarihinde oybirliği ile karar verildi.