Dava konusu parsel, taşlık ve kayalık olması nedeniyle tescil harici bırakılan yerdir. Davacı taşınmazın kendisi tarafından imar ve ihya edildiğini ileri sürerek, bu yere ait tapu kaydının iptali ile tescilini istemiştir. Böyle bir yerin kazanılması için, taşınmazın emek ve para sarfedilmek suretiyle tarım arazisi haline getirilmesi gerekmektedir. Bir yerin imar ve ihya yolu ile ihya eden halefleri adına tapuya tescil edilebilmesi için, yasadaki tüm olumlu ve olumsuz koşulların kesin olarak kanıtlanması gerekir.
Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Adana Asliye 3. Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 12/4/1994 gün ve 1988/101 E- 1994/324 K. sayılı kararın incelenmesi davalı Hazine vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin 9/5/1996 gün ve 1995/10867-1996/4641 sayılı ilamıyla; (… Davacı tarafından Hazine aleyhine açılan tapu iptali ve tescil davasının kabulüne ilişkin hüküm Hazineni temyizi üzerine Dairece onanmıştı. Hazine vekili tarafından bu kez verilen 31/10/1995 günlü karar düzeltme dilekçesi ile onama kararının kaldırılarak yerel mahkeme hükmünün bozulması istenilmiştir. Uyuşmazlık konusu taşınmaz bölümünü kapsayan 877 parsel 2/1/1985 tarihide tarla niteliği ile Maliye Hazinesi adına tapuya tescil edilmiştir. Tapulama paftası ve Kadastro Müdürlüğünün 1/2/1993 günlü karşılık yazısına göre dava konusu parselin taşlık ve kayalık olması nedeniyle 766 sayılı Tapulama Kanunun 2. maddesi uyarınca tescil harici bırakılan bir yerdir. Davacı taşınmazın kendisi tarafından imar ve ihya edildiğini ileri sürerek bu yere ait tapu kaydının iptali ile tescil isteğinde bulunmuştur. 6/7/1993 tarihinde yapılan keşifte dinlenen yerel bilirkişi Ali İşbilir dava konusu taşınmazın öncesi itibariyle hayvanların otlatıldığı taşlık ve çalılık hali arazi olduğunu, 1955-1956 yıllarında davacı tarafından ihya edilerek tarım arazisi haline getirildiğini ve o tarihten Hazine adına tapuya tescil edildiği tarihe kadar tasarruf edildiğini, bildirmiş, davacı tarafından dinletilen tanıklarda yerel bilirkişinin beyanlarına paralel ve doğrular mahiyette beyanda bulunmuşlardır. Ziraatçı bilirkişi Şükrü Özcan tarafından düzenlenen 24/10/1993 günlü raporda taşınmaz üzerinde Karayolları İdaresince Şantiye kurulduğu ve dolayısıyla taşınmaz üzerinde çakıl, kum gibi yol malzemeleri döküldüğünü, taşınmazın bu haliyle sert zemin görünümlü bir yapı gösterdiğini, tarım yapılabileceğini açıklamıştır. Dava konusu taşınmaz 1952 yılında taşlık ve kayalık olması nedeniyle tesbit dışı Kadastro Kanunun 17. maddesinde belirtildiği üzere taşınmazın emek ve para sarfedilmek suretiyle tarım arazisi haline getirilmesi gerekmektedir Yerel bilirkişi ve tanıkların İmar ve İhya olgusu hakkındaki beyanları soyut olup ziraatçı bilirkişi raporuna göre de taşınmazın sert zeminli tarım yapılabilecek bir yer olduğu belirtilmiştir. Bir yerin İmar ve İhya yollu ile ihya eden veya halefleri adına tapuya tescil edilebilmesi için bu maddede belirtilen tüm olumlu ve olumsuz koşulların kesin olarak kanıtlanması gerekir.l Ziraatçı bilirkişi raporuna göre, taşınmazın tarıma elverişli bir hale getirildiği kanıtlanmamıştır. İhyaya ilişkin koşulların kanıtlanmadığı gözönünde tutularak yerel mahkeme kararını bozulması gerekirken, Dairece yanlışa düşülerek onanmış olup Hazinenin karar düzeltme isteği yerinde olduğundan kabulü ile dairenin 20/9/1995 gün ve 1994/11119 esas, 1995/9223 karar sayılı onama kararının kaldırılarak yerel mahkeme kararının az önce açıklanan gerekçelerle Bozulmasına…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, mahkeme kararında açıklanan gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, usul ve yasaya uygun bulunan direnme kararının onanması gerekir.
SONUÇ: Davalı Hazine vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, Harçlar Kanunun değişik 13. maddesinin “j” bendi gereğince harç alınmamasına, 17/2/1999 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY YAZISI Dava konusu taşınmazın bulunduğu yerde 1952 yılında kadastro yapıldığı, çekişmeli taşınmazın taşlık ve kayalık yerlerden olması sebebiyle kadastro dışı bırakıldığı ve bu işlemlerin süresinde kesinleştiği, o tarihte taşınmazda kimsenin zilyet olmadığı davacı tarafın zilyetliğinin 1954 yılından itibaren başladığı ve davacı tarafın taşınmazı İmar ve İhya ederek tarla haline getirdiği ve ancak tescil isteğinde bulunmadığı, 1985 yılında Hazinenin başvurusu üzerine taşınmazın idari yoldan Hazine adına tapuya tescil edilmesi üzerine davacı tarafın 7/10/1987 tarihinde yürürlüğe giren 3402 sayılı Kadastro Kanunun 17. ve 46. maddelerine dayanarak Hazine adına oluşturulan tapu kaydının iptali ile kendi adına tesciline karar verilmesini istediği dosya içeriğinden anlaşılmaktadır.
Herne kadar mahkemece Hazine tapusunun oluştuğu tarihten önce davacı yararına 3402 sayılı Kadastro Kanunun 17., 14. ve 46. maddelerinde öngörülen koşulların gerçekleştiği kabul edilerek hüküm kurulmuş ise de, 3402 sayılı Kadastro Kanunun 46. maddesi “… daha önce tapulama veya kadastrosu tamamlanmış olan yerlerde 766 sayılı Kanunun 37. maddesi… uyarınca Hazine adına kaydedilen taşınmaz mallar bu Kanun hükümlerine göre doğan iktisap şartlarında istinaden zilyetleri adına tescil olunur” hükmünü taşımaktadır. Çelişkili taşınmazın bulunduğu yerde 1952 yılında kadastro yapılmış ve işlemleri kesinleşmiştir. Taşınmaz o tarihte kimsenin zilyetliğinde bulunmayıp taşlık, kayalık yerlerden olduğundan kadastro dışı bırakılmıştır. Anılan 46. maddenin uygulanabilmesi için 766 sayılı Kanunun 19/7/1972 tarihinde 1617 sayılı Kanunla değişik 37. maddesi gereğince kadastro tesbitinin yapılmış olması gereklidir. Anılan 37. maddede İmar ve İhya edilen yerler Hazine adına tescil edilmesi,ancak, bazı koşulların gerçekleşmesi durumunda zilyetlerin beyanlar hanesinde gösterilmesi öngörülmektedir. İşte 3402 sayılı Kadastro Kanunun konumuzla ilgili 46. maddesi gereğince Hazine adına oluşturulan tapu kayıtlarının iptal ve tescilinin istenebilmesi için kadastro tesbitinin yapıldığı tarihte taşınmazın İmar ve İhya edilmesi, ancak, İmar-İhya yoluyla iktisap mümkün bulunmadığından taşınmazın bu nedenle Hazine adına tesbit ve tescil edilmiş olması gerekli ve zorunludur. Uyuşmazlık konusu olayda ise taşınmaz hakkında kadastro tutanağı düzenlenmediğinden 3402 sayılı Kadastro Kanunun 46. maddesinde öngörüldüğü gibi 766 sayılı Kanunun 37. maddesi gereğince Hazine adına tescil söz konusu değildir. Bu nedenlerle olayda anılan 46. madde hükmünün uygulanması imkansızdır. Öte yandan, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 6/10/1982 gün ve 820 sayılı kararında da belirtildiği gibi Hazine adına tapuda kayıtlı olan yerin kazandırıcı zamanaşımı yoluyla edinilmesi, kaydın oluşturulduğu güne kadar edinme koşullarının gerçekleşmesine bağlıdır. Uyuşmazlık konusu olayda herne kadar davacı tarafın 1954 yılında başlayan zilyetliğin hazine tapusunun oluşturulduğu tarihe kadar 30 sene ile devam etmiş ise de, Hazine tapusunun kurulduğu tarihte, İmar-İhya ile başlayan zilyetlikle iktisaba imkan veren 3402 sayılı Kadastro Kanunun henüz yürürlüğe girmediğinden Hazine tapusunun oluşturulduğu tarih itibariyle davacı taraf yararına edinme koşulları gerçekleştiği kabul edilemez. Bütün bu durumlar karşısında davanın reddine karar verilmesi gerekirken kabulü doğrultusundaki direnme hükmünün onanmasına ilişkin çoğunluk görüşüne katılmıyoruz.