1. Anasayfa
  2. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E: 1995/8-933 K: 1995/1150 T: 20.12.1995


Kadastro Kanunu ile imar – ihya gibi müesseselerde değişiklik yapıldığından, zilyet, kadastro tespitinin kesinleştiği tarihe göre on yıllık süre dolmamışsa bu süre içerisinde, dolmuşsa 3402 s. Kanun’un 46/2. maddesi uyarınca 2 yıllık ek hak düşürücü süre içerisinde yeniden dava açabilir.

Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, (Kuşadası Asliye Hukuk Mahkemesi)’nce davanın kabulüne dair verilen 7.6.1991 gün ve 1989/622-1991/274 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin 1.10.1992 gün ve 1992/14928-12919 sayılı ilamıyla; (…Davacılar 390 ada 22 parselden ifraz suretiyle oluşan 390 ada 80 parselin murisleri tarafından imar-ihya edildiğini, bu tarihten tesbit tarihine kadar 20 yıldan fazla süreyle kendileri tarafından tasarruf edildiğini ileri sürerek, Hazine üzerindeki kaydın iptali ile taşınmazın adlarına tesciline karar verilmesini istemişlerdir. Mahkemece, imar-ihya sabit görülerek davanın kabulü yönüne gidilmiştir. 2613 sayılı Kanuna göre, 390 ada 22 ve bundan müfrez 80 parsel hakkında düzenlenen kadastro tutanağı 29.8.1979 tarihinde kesinleşmiştir. Bu dava ise hakimin havalesine göre 13.10.1989’da, harç pullarına ve esas defterine yapılan kayda göre 9.10.1989 tarihinde açılmıştır. 3402 sayılı Kanunun 12/3. maddesine göre, kadastro tutanaklarında belirtilen haklara, sınırlandırma ve tesbitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren 10 yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanılarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz. Aynı Kanunun geçici 4. maddesinin 3. fıkrasında da; “2613 sayılı Kadastro ve Tapu Tahriri Kanunu ile diğer kanunlar gereğince özel kadastrosu yapılan ve tutanakları kesinleşmiş bulunan taşınmazlar için 10 yıllık hak düşürücü süre geçmiş ise, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 1 yıl içinde hak sahipleri dava açabilirler” denilmiştir. Buna göre davacının geçici 4. maddenin 3. fıkrası hükmünden yararlanabilmesi için; 3402 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği tarihe kadar aynı Kanunun 12. maddesinde belirtilen 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçmiş olması gerekmektedir. Oysa, olayımızda az önce açıklanan tutanağın kesinleşme tarihi ile Kadastro Kanununun yürürlüğe girdiği 10.10.1987 tarihi arasında 10 yıllık süre geçmemiştir. Kadastro Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren süre işlemeye başlamış ve 10 yıllık süre ancak 29.8.1979 tarihinde dolmuş olmaktadır. Bu tarihler arasında dava açılmadığına ve Kadastro Kanunundan önce de 10 yıllık hak düşürücü süre geçmemiş bulunduğuna göre, anılan maddenin olaya uygulanması mümkün bulunmamaktadır. İmar-ihya sebebine dayanan aynı Kanunun 46. maddesindeki 2 yıllık ek süreye gelince; imar-ihyaya dayanılması halinde Kadastro Kanununun yürürlüğünden itibaren 2 yıllık süre içerisinde dava açılması mümkündür. Ancak bu maddenin uygulanabilmesi için de, Kadastro Kanununun yürürlüğe girdiği tarihe kadar 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçmiş bulunması gerekmektedir. Oysa, Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte imar-ihya sebebine dayanılmadan dahi bu davanın açılması mümkündür. Kanunun öngördüğü 2 yıllık süre içerisinde bu davanın açılması şart değildir. Zira, 46. maddenin getirtilmesindeki amaç hak düşürücü süreye maruz kalmış ancak, 3402 sayılı Kanunla getirilen imar-ihya gibi müesseselerde değişiklik yapılmış olduğundan, bu değişikliğe göre belli bir süre içerisinde zilyede yeniden dava açma imkanı sağlamaktır.

Kanunun yürürlüğünden sonra 10 yıllık süre dolmamış olan hallerde bu maddenin uygulanmasına gerek yoktur. Esasen imar-ihya sebebine veya diğer sebeplere dayanılarak davanın açılması mümkündür. O takdirde, az önce açıklanan 12. maddenin uygulanması gerekecektir. 12. maddede belirtilen hak düşürücü süre geçtikten sonra dava açılmış bulunduğuna göre bu davanın dinlenmemesi gerekir. Ayrıca, kabul şekline göre de yapılan inceleme noksandır. Fen memuru tarafından düzenlenen raporda, taşınmazın Kadastro Kanununun yürürlüğe girdiği tarihte imar planı dışında olduğu bildirilmiş, belediyenin yazısında ise imar planı içerisinde tarım alanı olarak gözüktüğü ifade edilmiştir. Bu durumda, Kanunun yürürlüğü sırasında taşınmazın imar planı içinde bulunup bulunmadığının duraksamaya meydan vermeyecek biçimde belirtilmesi gerekir. Ayrıca, imar-ihya yoluyla kazanmanın bu taşınmaz için mümkün olup olmayacağı da araştırılmamıştır. Tanıklar, taşınmazın öncesinin fundalık ve balkanlık olduğunu bildirmişlerdir. Taşınmazın öncesinin orman olup olmadığı araştırılmamıştır. Şayet orman ise, 3402 sayılı Kanunun 17. maddesi hükmüne göre imar-ihya yoluyla kazanma söz konusu olamayacaktır. Bütün bu yönler incelenmeden ve 1. sırada gösterilen sebep nazara alınmadan yazılı şekilde hüküm verilmiş olması isabetsizdir…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, imar-ihya hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir. Dava konusu taşınmaz; 18.5.1979 tarihinde, 2613 sayılı Yasa uyarınca kadastro tesbiti görmüş ve tesbitin kesinleşmesini takiben aynı gün 28.9.1979 tarihinde tapuya tescil edilmiştir. Dava tarihi ise 9.10.1989’dur.

Özel Daire ile yerel mahkeme arasındaki uyaşmazlık, davanın hak düşürücü süre içerisinde açılıp açılmadığı noktasında toplanmaktadır. Öncelikle belirtmek gerekir ki; 2613 sayılı Yasa uyarınca yapılan kadastro tesbitlerine karşı hak arama yönünden zilyetlikle ilgili 22/H maddesi dışında bir süre öngörülmemiş iken, 10.10.1987 tarihinde yürürlüğe giren 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12. maddesi ile, kadastro tutanaklarında belirtilen haklara, sınırlandırma ve tesbitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren 10 yıl geçtikten sonra kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamayacağı ve dava açılamayacağı hükme bağlanmıştır. 2613 sayılı Yasa döneminde yapılan tesbitlere karşı hak arama yönünden 3402 sayılı Yasa ile getirilen hak düşürücü süre gözetilerek de Yasanın geçici 4.maddesinin 3. fıkrasında, 10 yıllık hak düşürücü süre geçmiş ise Yasanın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 1 yıl içinde dava açabilme imkanı tanınmıştır. Ayrıca, 3402 sayılı Yasanın 17. maddesi ile orman sayılmayan, Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ve kamu hizmetlerine tahsis edilmeyen arazide, masraf ve emek sarfıyla ihya edilerek tarıma elverişli hale getirilen taşınmaz malların, aynı Kanunun 14. maddesindeki zilyetlik şartlarının da mevcut olması halinde, imar ve ihya edenler veya halefleri adına tesbitine imkan sağlayan ve bu Kanunun yürürlükten kaldırdığı 2613 sayılı eski Yasada bulunmayan yeni bir düzenleme getirilmiştir.

Yasanın 46. maddesinde de, Hazine adına kaydedilen taşınmaz mallardan imar ve ihya yolu ile bu Kanun hükümlerine göre doğan edinme koşuluna istinaden daha önceden kadastrosu yapılan yerlerde, Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra ilgilileri için tesbit kesinleşme tarihinden itibaren 10 yıllık sürenin geçmiş olmasına bakılmaksızın 2 yıllık bir dava hakkı süresi öngörülmüştür.

Hak düşürücü sürelerin hak arama yönünden çok sınırlı olarak tamamen amacına yönelik biçimde yorumlanması ve hak arama yolunun mümkün olduğu oranda kapatılmaması temel bir usul ve yorum kuralı olduğu gibi öğretide de baskın görüş halindedir.

Bu itibarla, emsal olaylarda davanın hak düşürücü süre içerisinde açılmış olup olmadığının tesbiti için öncelikle, tesbit tutanağının kesinleştiği tarihten itibaren 10 yıllık hak düşürücü sürenin genel olarak daima gözönünde tutulması ve 3402 sayılı Yasanın yürürlüğe girdiği tarih itibariyle tesbitin kesinleşmesinden itibaren 10 yıllık sürenin dolması için 2 yıl veya daha uzun bir müddet bulunması durumunda yalnızca 10 yıllık sürenin uygulanması ile yetinilmesi icap eder. Aksi halde, diğer bir anlatımla 3402 sayılı Yasanın yürürlük tarihinden itibaren henüz iki yıl dolmadan kadastro tesbitinin kesinleştiği tarihe göre 10 yıllık sürenin dolması halinde 3402 sayılı Yasanın 46/2. maddesindeki 2 yıllık hak düşürücü sürenin tatbiki gerekir.

Somut olayda da, dava konusu taşınmazın kadastro tesbitinin kesinleştiği tarihten itibaren 10 yıllık hak düşürücü sürenin dolacağı tarih ile 3402 sayılı Yasanın yürürlüğe girdiği tarih arasında iki yıldan az bir süre bulunmaktadır. Bu itibarla, 9.10.1989 tarihinde açılan temyize konu davanın süresinde açılmış bulunduğunun kabulü icap eder.

Hal böyle olunca, yerel mahkemenin davanın süresinde açıldığına ilişkin direnmesi yerindedir. Ne var ki, işin esasına yönelik temyiz itirazları Özel Dairesince incelenmemiş durumdadır. O nedenle dosya, işin esasına yönelik temyiz itirazlarının tetkiki için Özel Dairesine gönderilmelidir.

SONUÇ: Yukarda açıklanan sebeplerden dolayı direnme yerinde ise de, temyiz incelemesinin yapılması için dosyanın Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’ne gönderilmesine, 20.12.1995 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir