Denizden doldurulmak suretiyle kazanılan taşınmaz, devletin hüküm ve tasarrufu altında olup özel mülkiyet konusu olamaz; hazineye ait devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan bir yerin, devri gerçekleşmedikçe belediye tarafından başka kimselere kiraya verilmesi hukuken geçerli de bir sonuç doğurmayacağı gibi, hazine yönünden de bağlayıcı olmaz.
Yusuf Ziya Ş. ile Hazine ve Müdahil, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı aralarındaki zilyetliğin korunması ve elatmanın önlenmesi davasının kabulüne dair B. 1. Sulh Hukuk Hakimliği?nden verilen 5.7.2001 gün ve 1152-690 sayılı hükmü temyiz etmeden duruşma yapılması suretiyle Yargıtay?ca incelenmesi davacı vekili ile duruşmasız temyiz eden Hazine vekili taraflarından istenilmiştir. Dosya incelenerek işin duruşmaya tabi olduğu anlaşılmış ve duruşma için 5.2.2002 Salı günü tayin edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmişti. Duruşma günü temyiz eden Hazine vekili avukat Ulviye S. ve karşı taraftan davacı vekili avukat Nizamettin B. geldiler. Başka kimse gelmedi. Duruşmaya başlanarak temyiz isteğinin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan ve hazır bulunanların sözlü açıklaması dinlendikten sonra duruşmaya son verilerek, dosya incelendi gereği düşünüldü:
Davacı, uyuşmazlık konusu taşınmaza davalı Hazinenin elatmasının önlenilmesine, davaya katılan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekili, Davalı Hazinenin savunmalarının reddi ile davacının zilyetliğine yapılan elatmanın önlenilmesine karar verilmesi istemiştir.
Davalı Hazine vekili, davanın reddine karar verilmesini savunmuştur. Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmesi üzerine hüküm davalı Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı, uyuşmazlık konusu taşınmazın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığınca kendisine kiralandığını, kira ilişkisine dayanılarak turistik tesis olarak kullandığını, davalı Hazinenin taşınmazdan zorla çıkartmak isteğini ve zilyetliğine elattığını ileri sürerek korunmasını, davaya katılan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekili, dava konusu taşınmazın denizden doldurulmak suretiyle elde edildiğini, Belediyenin mülkiyetine geçen yerlerden olduğunu, davacıya kira sözleşmesi uyarınca bırakıldığını, davalı Hazinenin yaratmış olduğu çekişmenin giderilmesine karar verilmesini istemiştir.
Davalı Hazine vekili, dava konusu taşınmazın denizden doldurulmak suretiyle kazanılan, Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerden olduğunu, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına devredilmediğini, bu nedenle Belediyenin bu yer üzerinde tasarrufundan söz edilemeyeceği ve kiraya verilemeyeceğini, davacının yararlanmasının haksız olduğunu ileri sürerek, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece, dava konusu taşınmazın davaya katılan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığınca davacıya kiralandığını, kira sözleşmesine dayanarak işlettiğini, Hazinenin davacının kira sözleşmesinden doğan kişisel hakkını bozamayacağı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir. Dosya arasında belge bulunmamakla beraber, dava konusu taşınmazın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığınca denizde doldurulduğu hususunda uyuşmazlık bulunmamaktadır. Taşınmazın denizden doldurulmak suretiyle elde edildiği belirlendiğine göre, uyuşmazlığın 3621 sayılı Kıyı Kanunu. 4342 sayılı Mera Kanunun 33. maddesiyle değişik 1580 sayılı Belediye Kanunun 159 ve 3194 sayılı İmar Kanununun 11. maddesi hükümleri uyarınca çözüme kavuşturulması gerekmektedir.
Doldurma ve kurutma yoluyla arazi elde edilmesine ilişkin 3621 sayılı Kıyı Kanununun 7. maddesinde Kamu yararının gerektirdiği hallerde deniz, göl ve akarsuların ekolojik durumu dikkate alınarak doldurma ve kurutma suretiyle arazi elde edileceği ve bu yolla elde edilen arazilerin Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerden olduğu ve özel mülkiyet konusu olmayacağı belirtilmiştir. Aynı kanunun 11. maddesinde de bu kanun hükümlerine göre; doldurma yoluyla kazanılan araziler üzerinde yapı ve tesislerin yapılabilmesi için Maliye Bakanlığından gerekli iznin alınması zorunlu olduğu açıklanmıştır.
4342 sayılı Kanunun 33. maddesi ile değişik 1580 sayılı Belediye Kanununun 159. maddesinde; belediye sınırları içerisinde belediye marifetiyle denizden doldurulmuş olan yerlerin idare, nezareti kafei hukuk ve vecaibi ve varidatı ile beraber belediyelere devrolunur denilmiştir.
Benzer bir düzenleme getiren, 3194 sayılı İmar Kanununun 11. maddesinde de; bu maddede belirtilen arazi ve arsaların belediye ve valiliğin teklifi üzerinde Maliye ve Gümrük Bakanlığının onayı ile Belediyelere devredileceği açıklanmıştır. Somut olayda; İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığınca doldurulmak suretiyle elde edilen dava konusu yerin, 1580 sayılı Belediye Kanununun değişik 159 ve 3194 sayılı İmar Kanununun 11. maddesi hükmü uyarınca belediyeye devredildiği ileri sürülmediği gibi, bu yönde belge de mevcut değildir. Bu tür yerlerin mülkiyetinin Hazineden Belediyeye geçişi doğrudan doğruya olmayıp, anılan kanun hükümleri uyarınca işlem yapılması halinde mümkün olabilir. Taşınmazın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına devredildiği kanıtlanmamıştır. Dava konusu yerin, Büyükşehir Belediye Başkanlığına devri yönünden protokol düzenlenmiş ise de;protokol uyarınca Belediye Başkanlığınca yapılması gereken planlar düzenlenmediği ve protokol gerekleri yerine getirilmediği anlaşılmıştır. Az öncede açıklandığı üzere; 3621 sayılı Kanunun 7. maddesi hükmüne göre, doldurma yoluyla elde edilen bu tür yerler Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerden olup, özel mülkiyete konu olamaz.Aynı Kanunun 5. maddesinde de Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan kıyılarda herkesin eşit ve serbest olarak yararlanmasına açık olduğu belirtilmiştir. Yukarıdan beri izah edilen maddi ve hukuki olgular birlikte gözönünde tutulduğunda denizden doldurulmak suretiyle kazanılan taşınmazın, Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunduğu ve özel mülkiyet konusu olamayacağı sonucuna ulaşmak gerekir. Hazineye ait Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan bir yerin, devri gerçekleşmedikçe Belediye tarafından başka kimselere kiraya verilmesi hukuken geçerli de bir sonuç doğurmayacağı gibi, Hazine yönünden de bağlayıcı olmaz.Bu nedenlerle davanın reddine karar verilmesi gerekirken, dava konusu taşınmazın mülkiyetinin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına geçtiği ve davacıya kiralandığı, davacının kira sözleşmesinden doğan kişisel hakkının Hazine tarafından bozulamayacağı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiş olması doğru görülmemiştir.
Sonuç: Davalı Hazine vekilinin temyiz itirazları bu bakımlardan yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK: nun 428 maddesi uyarınca BOZULMASINA, dava tarihindeki Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi Hükümleri uyarınca 97.500.000 lira Avukatlık ücretinin davacıdan alınarak Yargıtay duruşmasında Avukat marifetiyle temsil olunan Hazineye verilmesine, Üye Selamet İ.’nin karşı oyu ile 12.2.2002 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
Karşı Oy: 1- Davacı, kira akdine istinaden elinde bulundurduğu taşınmaza davalının müdahale ettiğini açıklayarak zilyetliğinin korunmasını talep ve dava etmiştir.
Dairemiz, B. 1. Sulh Hukuk Mahkemesi?nin 18.5.2000 tarih 1998/1396 Esas, 2000/569 K: sayılı ilk hükmünü 9.11.2000 tarih 2000/776 E: 2000/8442 sayılı ilamı ile bozarken; “… davacının talebi MK: nun 618/2. maddesine dayanan men’i müdahale davası niteliğinde olmayıp MK: nun 896. maddesine dayanan, davacının dava konusu taşınmaz üzerindeki fiili hakimiyetine yöneltilen ihlalin mahkeme kararı ile ortadan kaldırılması (tecavüzün ref’i) talebini taşıyan zilyetliğin korunması mahiyetindeki zilyetlik davasıdır…” diyerek davanın adını koymuştur. Bu hüküm davanın taraflarını bağlayacağı gibi Dairemizi de bağlayacaktır. Usuli müktesep hak doğmuştur. İhtilafın, zilyetliğin korunması niteliğinde görülüp halli gerekirken, meseleyi İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Hazine arasındaki mülkiyet ihtilafı şeklinde görüp mahkeme hükmünü bozmak doğru olmamıştır.
İhtilaf zilyetliğin korunmasına ilişkin bulunduğuna göre, davacının ne suretle taşınmazı elinde bulundurduğuna bakmak gerekir. Davacı Zeytinburnu Sahil Şeridinde bulunan ve kira mukavelesine göre cinsi “Japon çay evi+otopark (90 araç) pergola altı” olan yeri İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanlığından, Belediye Encümeninin 21.09.1993 gün 1308-404 sayılı kararı ile 26.10.1993 günü, 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu hükümlerine göre şartnameye uygun bir biçimde kiralamıştır. Görüldüğü gibi, davacının taşınmazı elinde bulundurması 2886 sayılı Devlet İhale Kanununa ve bu Kanundaki Usul ve şartlara göre düzenlenen şartname ve kira akdine bağlıdır. Bilindiği gibi Belediyeler de bu Kanun hükümlerine göre kira akdi yapabilirler (2886 SK m.1). Bu durumda davacının zilyetliğinin korunması gerekir. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulunun 9.10.1946 tarih 1946/6 Esas, 1946/12 sayılı kararı aynen: “MK: 896. madde uyarınca bir gayrimenkulde zilyetliği tecavüze uğrayan kimsenin bu hakkının korunması için açacağı davada; şeye malik olduğunu veya zilyetlik hakkını beyana lüzum olmadan sadece zilyetlik sıfatını ileri sürerek tecavüzü ispat etmesi yeter. Bu halde hakim, yalnız davacının gerçek ise zilyetlik halini tespit ederek tecavüzün önlenmesine karar verir. Bu karar, zilyetlik konusunda kesin hüküm meydana getirmez, zilyede mülkiyet hakkı vermez ve diğer tarafa mülkiyet iddiasıyla yetkili mercilerde başkaca dava açmak hakkına dokunmaz…” Bu kararda da açıklandığı gibi mahkemenin kira akdine istinaden taşınmazı elinde bulunduran davacının zilyetliğinin korunmasına karar vermesi doğru olmuştur. Sayın çoğunluğun Belediye ile Hazine arasındaki ihtilafı, 2886 sayılı Devlet İhale Kanununa göre taşınmazı elinde bulunduran davacıya yansıtmasını mevzuata ve Yargıtay Kararlarına uygun bulmadığımdan katılmıyorum. İçtihadı Birleştirme Kararında da açıklandığı gibi zilyetliğin korunmasına ilişkin böyle bir davada verilen olumlu bir karar, diğer tarafa mülkiyet iddiası ile yetkili mercilerde başkaca dava açma hakkına halel getirmeyecektir.
2- Sayın Çoğunluğun kabul şekline göre; meseleyi Kıyı Kanunu, İmar Kanunu ve Belediye Kanunu yönünden inceleyerek, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Hazine arasındaki bir ihtilaf şeklinde halletmesi de doğru olmamıştır.
Zira, 4 Nisan 1990 tarihli 3621 sayılı Kıyı Kanununun 7. maddesi “Kamu yararının gerektirdiği hallerde, uygulama imar planı kararı ile, deniz, göl ve akarsularda ekolojik özellikler dikkate alınarak doldurma ve kurutma suretiyle arazi elde edilebilir” hükmünü getirmiştir. Aynı maddenin son fıkrası “bu alanlar üzerinde 6. maddede belirtilen yapılar ile yol, açık otopark, park, yeşil alan ve çocuk bahçeleri gibi teknik ve sosyal alt yapı alanları düzenlenebilir. ” Şeklinde düzenlemede bulunmuştur. Görüldüğü gibi Kamu yararı olduğu hallerde deniz doldurularak alanlar meydana getirilmesi ve bu yerlerin bir Kamu kuruluşu olan Belediyeler tarafından sosyal altyapı alanları, açık otopark, park, yeşil alan gibi kullanılması mümkün görülmüştür. İstanbul Büyükşehir Belediyesinin yaptığı hizmet de bir kamu hizmetidir.
En son çıkarılan, özel nitelikli 25.2.1998 tarih 4342 sayılı Kanunun 33. maddesi ile değiştirilen 1580 sayılı Belediye Kanununun 159. maddesi aynen: “Belediye sınırları içinde sahipsiz arazi mahiyetindeki seyrangah, harman yeri, koruluk ve bataklıkların ve Belediye marifetiyle deniz, nehir ve gölden doldurulmuş olan yerlerin ve yıkılmış kale ve kulelerin metruk arsaları ve enkazının tasarruf, idare ve nezareti kaffei hukuk ve vecaibi ve varidatı ile beraber Belediyelere devrolunur” hükmünü getirmiştir. Bu hüküm emredici bir hükümdür. Tasarruf, idare ve nezareti bütün hukuk ve borçları ve varidatı ile beraber belediyelere devrini emreden bir hükümdür.
Kanun koyucu, sadece “devredilir” dememiş tasarruf, gelir, nezaret ve bütün hak ve hukuku ile devri emretmiştir. Bütün bunlara rağmen İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile İstanbul Defterdarlığı arasındaki protokolün 12. maddesinde bahsi geçen ve her zaman iki idare arasında tamamlanıp verilmesi mümkün olan 1/5000 veya 1/1000 ölçekli imar planı verilmediğinden bahisle ve bunu bahane ederek devre yanaşmayıp, Belediyenin kiracısına yönelip ondan ecrimisil isteyerek muaraza çıkarmak hak ve nesafet kurallarına uygun düşmez. Protokolün 12. maddesinde “Protokolün Ekleri” başlığını taşıyan ve sözleşmenin eki olması gereken ve her zaman tamamlanacak planların verilmediğini ileri sürerek “hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz”. İşte bütün bu nedenlere Sayın Çoğunluğun görüşünü doğru bulmadığımdan katılmıyorum.