1. Anasayfa
  2. Yargıtay 1. Hukuk Dairesi

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi E: 2003/13966 K: 2004/270 T.21.1.2004


Tapu iptal ve tescil davasında, bilirkişi incelemesinde tapu kaydının nizalı taşınmazları kapsamadığı sonucuna varılırsa zilyetlikle mülk edinme koşullarının davalılar yararına gerçekleşip gerçekleşmediği araştırılır.

Taraflar arasında görülen davada; Davacı hazine vekili, 141 ada 3 ve 5 parsel sayılı taşınmazların dere yatağı niteliğinde olduklarını ileri sürerek, tapu iptal ve tescil isteğinde bulunmuştur. Davalı Faruk, davanın reddini savunmuştur. Davalı İclal, davaya cevap vermemiştir.

Mahkemece, dava konusu 3 ve 5 parsel sayılı taşınmazların bütünüyle Çağlayan Deresinin aktif etkisinde olup, zilyetliğin ve tapu kayıtlarının bir anlam ifade etmediği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Karar, davalılar tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi gereği görüşülüp düşünüldü:

Davacı hazine, 141 ada 3 ve 5 parsel sayılı taşınmazların dere yatağı niteliğinde devletin hüküm ve tasarrufu altında yerlerden olduğunu ileri sürerek iptal ve tescil isteğinde bulunmuştur. Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden, çekişme konusu taşınmazların 1340 tesis tarihli tapuya dayanılarak davalılar adına tespit ve tescil edildiği, anılan tesis kaydının 6.5.1971 tarih 2 numaralı tedavülündeki edinme sütunundan Sulh Hukuk Hakimliğinin 15.10.1970 tarih 24 sayılı karar ve kroki esas alınarak miktarın 810 m2 ye çıkarıldığı, kısmen sınırlarda düzeltme yapıldığı ve içinden karayolu geçmesi nedeniyle ifraz edildiği; 5.12.1979 tarihinde Sulh Hukuk Hakimliğinin 19.12.1978 tarih 76/104 sayılı ilamına göre de dört parçaya ifraz edildiği, 3 numaralı kaydın 141 ada 3 parsele ve 4 numaralı kaydın da 5 parsele revizyon gördüğü; mahkemece yapılan keşifte yerel bilirkişi soyut beyanında bulunmuş ise de fen memuru rapor ve krokisinden 6.5.1971 tarihli tapu kaydının dayanağı krokinin dava konusu taşınmazları kapsadığı;jeoloji yüksek mühendisi raporundan da, taşınmazların derenin aktif etkisi altında kaldığı, ayrıca denize yakınlıkları nedeniyle 3621 sayılı Yasa çerçevesinde de inceleme yapılmasının yararlı olacağı anlaşılmaktadır.

Hemen belirtmek gerekir ki 6.5.1971 tarih 2 numaralı kaydın dayanağı mahkeme ilamı hazine davada taraf ise onu bağlar. Bu takdirde kesin hüküm nedeniyle davanın reddi gerekir. Anılan ilamda hazine taraf değil ise, öncelikle tapu kaydının ilk tesisinden itibaren tüm gittileri ile birlikte Tapu Sicil Müdürlüğünden istenilmesi, gitti kayıtlarının yüzölçümlerinde ve sınırlarında ki değişikliğin dayandığı belgelerin incelenip, doğru ve yasal bir nedenin bulunup bulunmadığının araştırılması, doğru esasa dayanmıyorsa, ilk tesisin deki sınırlara itibar edilmesi, ayrıca uygulamada yararlanmak üzere varsa komşu taşınmaz kayıtlarının getirtilmesi, böylece yanların dayandığı, usulüne uygun olarak çıkarılmış tüm belgeler toplandıktan, dosya öteki yönlerden de keşfe hazır hale geldikten sonra yöreyi iyi bilen yaşlı ve yansız yerel bilirkişi veya bilirkişiler aracılığı ile uygulama yapılması, kayıtlardaki her sınır yerel bilirkişi veya bilirkişilerden sorulup arazi üzerinde tespit edilmesi; gerektiğinde sınırlar hakkında açıklayıcı doyurucu bilgiler alınması, bilinmeyen sınırlar yönünden taraflara tanık dinletme olanağının sağlanması, komşu taşınmaz kayıtlarının da aynı şekilde uygulanarak yerel bilirkişi ve tanık sözlerinin denetlenmesi gerekir. Öte yandan sınırlar değişebilir nitelikte ise veya tam olarak kapanmayıp açık yönler kalıyorsa, kayda değişmez sınırlarla bağlantı kesilmemek suretiyle miktarına göre kapsam belirlenmesi, ayrıca tapu fen memuru veya mühendisi sıfat ve yeteneğini taşıyan uzman bilirkişi veya bilirkişilerden keşifte saptanan bilgi ve bulgulara uygun ve uygulamayı tam olarak yansıtan, infaza elverişli rapor ve kroki alınması zorunludur. Kaydın nizalı taşınmazları kapsamadığı sonucuna varılması halinde zilyetlikle mülk edinme koşullarının davalılar yarına gerçekleşip gerçekleşmediğinin araştırılması; bu arada 3621 sayılı Yasa yönünden de gerekli incelemenin yapılması da gerekir.

Bilindiği üzere, son kez yürürlüğe giren 3621 sayılı kıyı kanunu’nun “kıyı kenar çizgisini” belirleme yöntemine ilişkin 5 ve 9.maddeleri, Anayasa Mahkemesinin iptal kararı kapsamı dışında bırakılmış; anılan kanun maddesinin uygulanmasına yorum getiren ve görülmekle olan davalarda dikkate alınması zorunlu bulunan 28.11.1997 gün ve 5/3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararın da “kural olarak, mülkiyet hukuku yönünden kıyı kenar çizgisi belirlenmesi görevinin adli yargıya ait olduğuna; ancak 3621 sayılı Kıyı Kanunu’nun 9.maddesi uyarınca idare tarafından kıyı kenar çizgisi belirlenmiş ve yazılı bildirime rağmen yasal süresinde idari yargıya başvurulmaması nedeniyle yargı yolunun kapanmış olması veya idare tarafından verilip kesinleşmiş karar bulunması durumlarında, bunlara uygun şekilde kıyı kenar çizgisinin adli yargı tarafından saptanması gerektiğine”işaret edilmiştir.

Hal böyle olunca, öncelikle idare tarafından 3621 sayılı Kanunun 9.maddesi hükmüne göre “kıyı kenar çizgisi” haritasının düzenlenip, düzenlenmediği araştırılmalı, ondan sonra, üç jeologtan oluşturulacak uzman bilirkişi kurulu ve Tapu Fen Memuru aracılığıyla yerinde keşif yapılmalı;harita düzenlendiğinin ve yukarıda değinilen İçtihadı Birleştirme Kararı’nda belirtildiği şekilde işlem gördüğünün, böylece davanın taraflarını bağlayan bir içerik kazandığının anlaşılması durumunda”kıyı kenar çizgisi” idarenin düzenlendiği haritaya değer verilerek saptanmalıdır. Harita düzenlenmediğinin yada düzenlenip de 5/3 sayılı kararda yazılı olduğu gibi bizzat bildirim yapılmadığının veya ilanen bildirime karşın, idari yargıya başvurulmadığının ortaya çıkması halinde ise, kıyı kenar çizgisi, bilimsel verilerden ve düzenlenmiş olmakla birlikte bağlayıcılık niteliğini kazanamamış haritadan yararlanılarak belli edilmeli belirlenen çizgi Tapu Fen memuru sıfatını taşıyan uzman bilirkişinin krokisine infazda kuşkuya yer bırakmayacak biçimde yansıtılmalı ve sonucuna göre bir hüküm kurulmalıdır.

Sonuç: Tüm bu nedenlerle, yukarıda açıklanan ilkeleri karşılar kapsamda bir soruşturmayı içermeyen noksan tahkikata dayalı hüküm kurulması doğru değildir. Davalıların temyiz itirazı yerindedir. Kabulüyle hükmün belirtilen nedenlerden ötürü HUMK: ‘nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 21.1.2004 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir