1. Anasayfa
  2. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E: 2004/1-281 K: 2004/285 T.12.5.2004


Aralarında bu konuda uzman ziraat, harita mühendisi ve jeolog veya jeomorfologların bulunduğu yeni bir bilirkişi kurulu oluşturularak, dava konusu taşınmazın bulunduğu yere ilişkin, memleket haritası, en eski tarihli askeri haritalar, hava fotoğrafları, valilik bayındırlık ve iskan müdürlüğünce kıyı kenar çizgisi saptanması sırasında kullanılan ve oluşturulan işlemli tüm evrak, belge ve haritalar getirtilip tüm kayıtlar uygulanmasını sağlamak, gerektiğinde değişik kodlardan toprak örnekleri alınıp analizler yaptırmak, mevsimsel etkiler de gözönünde tutularak yukarıda yapılan kıyı kenar çizgisi tanımına uygun biçimde kıyı kenar çizgisini saptamak ve değerlendirip sonucuna göre karar vermek gerekir.

Taraflar arasındaki “tapu iptali, müdahalenin önlenmesi ve kâl” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; O. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce davanın reddine dair verilen 26.3.2002 gün ve 2001/132 E: – 2002/91 K: sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine,

Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 11.11.2002 gün ve 2002/12215-12674 sayılı ilamı;  (…Davada ileri sürülen iddianın ve savunmanın içeriğine göre; yanlar arasındaki uyuşmazlığın, “kıyı kenar çizgisinin” saptanmasından kaynaklandığı açıktır. Eldeki davada kıyı kenar çizgisinin belirlenmesine yönelik araştırma ve uygulamanın hüküm kuracak nitelikte olduğunu söyleyebilme olanağı yoktur.

Bilindiği üzere, son kez yürürlüğe giren 3621 sayılı Kıyı Kanunun “kıyı kenar çizgisini” belirleme yöntemine ilişkin 5. ve 9. maddeleri, Anayasa Mahkemesinin iptal kararı kapsamı dışında bırakılmış; anılan kanun maddesinin uygulanmasına yorum getiren ye görülmekte olan davalarda dikkate alınması zorunlu bulunan 28.11.1997 gün ve 5/3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında “kural olarak, mülkiyet hukuku yönünden kıyı kenar çizgisi belirlenmesi görevinin adli yargıya ait olduğuna; ancak 3621 sayılı Kıyı Kanunun 9. maddesi uyarınca idare tarafından kıyı kenar çizgisi belirlenmiş ve yazılı bildirime rağmen yasal süresinde idari yargıya başvurulmaması nedeniyle yargı yolunun kapanmış olması veya idare tarafından verilip kesinleşmiş karar bulunması durumlarında, bunlara uygun şekilde kıyı kenar çizgisinin adli yargı tarafından saptanması gerektiğine” işaret edilmiştir.

Hal böyle olunca, öncelikle idare tarafından 3621 sayılı Kanunun 9. maddesi hükmüne göre “kıyı kenar çizgisi” haritasının düzenlenip, düzenlenmediği araştırılmalı, ondan sonra, üç jeologdan oluşturulacak uzman bilirkişi kurulu ve Tapu Fen Memuru aracılığıyla yerinde keşif yapılmalı; harita düzenlendiğinin ve yukarıda değinilen İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği şekilde işlem gördüğünün, böylece davanın taraflarını bağlayan bir içerik kazandığının anlaşılması durumunda “kıyı kenar çizgisi” idarenin düzenlendiği harita ya değer verilerek saptanmalıdır.

Harita düzenlenmediğinin yada düzenlenip de 5/3 sayılı kararda yazılı olduğu gibi bizzat bildirim yapılmadığının veya kesinleşmiş bir idari yargı kararının bulunmadığı ortaya çıkması halinde ise, kıyı kenar çizgisi, bilimsel verilerden ve düzenlenmiş olmakla birlikte bağlayıcılık niteliğini kazanamamış haritadan yararlanılarak belli edilmeli belirlenen çizgi Tapu Fen memuru sıfatını taşıyan uzman bilirkişinin krokisine infazda kuşkuya yer bırakmayacak biçimde yansıtılmalı ve sonucuna göre bir hüküm kurulmalıdır.

Eldeki davada kıyı kenar çizgisinin belirlenmesine yönelik araştırma ve uygulamanın hüküm kuracak nitelikte olduğunu söyleyebilme olanağı yoktur…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, 3621 sayılı Kıyı Kanundan kaynaklanan tapu iptali ve müdahalenin önlenmesi isteminden ibarettir.

Davacı Hazine, dava konusu Ortaca ilçesi Gökbel Köyü Sulungur mevkiinde bulunan 109 ada 4 nolu parselin tamamının Milli Emlak Denetmenlerince yapılan tespit sonucu kıyı kenar çizgisi içinde kaldığını, kıyıların özel mülkiyete konu olamayacağını, kaldı ki burada yapılan 6831 sayılı Yasanın 2/B maddesi uygulamaları sırasında dava konusu taşınmazın Hazine adına tahdit dışına çıkarıldığını, bu nedenle hazine adına tapuya tescil edilmesi gerektiğinden oluşturulan tapunun geçersiz olduğunu savunarak, kıyı kenar çizgisi içinde kalan tapunun iptaline, kamuya terkine taşınmazlara yapılan müdahalenin önlenmesine, burada bulunan binaların yıkılmasına karar verilmesini istemiştir.

Davalı, kıyı kenar çizgisinin idarece mülkiyet hakkının özüne dokunacak şekilde saptanamayacağını, idarece belirlenen kıyı kenar çizgisinin Yargıtay’ın aradığı ölçütlere uygun olmadığını ileri sürerek davanın reddini talep etmiştir.

Mahkemenin her ne kadar dava konusu taşınmazın 6831 sayılı Kanunun 2. maddesine göre Hazine adına orman sınırı dışarısına çıkarılan yerlerden olduğu iddiası ileri sürülmüşse de, davalının bu yönden derdestlik itirazında bulunduğu; getirtilen aynı mahkemenin 2001/26 E: sayılı dosyasının da konusunu, nedeninin ve yanlarının aynı olduğu anlaşılarak, bu yönden derdestlik nedeniyle HUMK: m.194 gereğince davanın açılmamış sayılmasına, öte yandan alınan bilirkişi raporlarına dayalı olarak taşınmazın tamamının kıyı kenar çizgisi dışında kaldığı sonucuna varılarak davanın reddine ilişkin olarak kurulan hüküm, özel dairece yukarıda açıklanan nedenlerle, bilirkişilerce kıyı kenar çizgisinin saptanması bakımından yapılan araştırmanın hüküm kurmaya yeterli olmaması gerekçesiyle bozulmuş, mahkeme önceki kararında direnmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, mahkemece yapılan keşif sonucu alınan bilirkişi raporlarının, kıyı kenar çizgisinin saptanması bakımından Yargıtay’ın yerleşik uygulamalarına ve hüküm kurmaya uygun olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

1982 tarihli TC. Anayasa’sının 43 ve 3621 sayılı Kıyı Kanunu’nun 5. maddesine göre kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Deniz, göl ve akarsu kıyıları ile deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmakta, öncelikle kamu yararı gözetilir.

Deniz kıyıları, idari bir tahsis kararı gereğince değil, mahiyetleri gereği halkın yararlanacağı yerlerden olduğundan, idarenin yani Devlet, belediye, köy gibi kamu tüzel kişilerinin idari bir kararla, deniz kıyılarından halkın yararlanacağı yer niteliğini kaldırmaya yetkisi yoktur.

Kıyı çizgisi, deniz, tabii ve suni göl ve akarsularda taşkın durumları dışında, suyun kara parçasına deydiği noktaların birleşmesinden oluşan, meteorolojik olaylara göre değişen doğal çizgidir.

13.3.1972 tarihli, 7/4 sayılı Yargıtay İçtihatı Birleştirme Kararında da belirtildiği gibi kıyı, denizin temadisi, ondan faydalanma hususunda zaruri bir unsur, bir kelime ile denizin mütemmim cüzüdür. Kumluk ve kayalık sahaların derinliği; dalgaların en fazla erişebildiği nokta, med ve cezirde denizin en son varabildiği yerlerdir.

Kıyı Kenar Çizgisi; Deniz, tabii ve suni göl ve akarsuların, alçak-basık kıyı özelliği gösteren kesimlerinde, kıyı çizgisinden sonraki kara yönünde, su hareketlerinin oluşturduğu, kumsal ve kıyı kumullarından oluşan, kumluk, çakıllık, kayalık, taşlık, sazlık, bataklık ve benzeri alanların doğal sınırı; dar-yüksek kıyı özelliği gösteren kesimlerinde ise, şev yada falezin üst sınırıdır.

Bu sınır, doldurma suretiyle arazi elde edilmesi halinde de değiştirilemez.

Kıyı, kıyı çizgisi ile kıyı kenar çizgisi arasındaki alandır.

  1. a) Dar-Yüksek kıyı: Plaj ya da abrazyon platformu olmayan veya çok dar olan, şev, falezle son bulan kıyılardır.
  2. b) Alçak-Basık kıyı; Kıyı çizgisinden sonra da devam eden, kıyı hareketlerinin oluşturduğu plajı hareketli ve sabit kumulları da içeren kıyı kordonu, lagün alanları, sazlık, bataklık ile kumluk, çakıllık, taşlık ve kayalık alanları içeren kıyılardır. (YİBK: 13.3.1972 T.7/4)

Kıyı Kanunlarımızın temelini teşkil eden mülga 6785/1605 sayılı İmar Kanununun ek 7 ve ek 8. maddelerine ilişkin yönetmelikler, kıyılardan eşitlik ve serbestlikle toplumun yararlanması, kıyıların doğal yapısının değiştirilmemesi ve kirletilmemesi yönünde hükümler getirmiş ise de bu yönetmelik yerini 27.11.1984 t., 3086 sayılı “Kıyı Kanunu”na bırakmıştır.

Ancak, 3086 sayılı Kıyı Kanunu ile getirilen “Kıyı Kenar Çizgisi” ve “Kıyı”ya ilişkin teknik tanımlar ve bazı maddeleri Anayasa’ya aykırı bulunması nedeniyle iptal edilmiş, böylece Kıyı Kanununun yeniden hazırlanması gereği ortaya çıkmıştır.

Anayasal bir hak olarak ortaya çıkan kıyılardan yararlanma imkan ve koşullarının gösterilmesi amacıyla bir yasa çıkarılması zorunlu hale gelince 3621 sayılı yasa bu amaçla çıkarılmıştır. Yasanın bu işlevi “Amacı” başlıklı birinci ve “kapsam” başlıklı ikinci maddelerinde açıkça ortaya konmuştur. Sözü edilen birinci madde aynen “Bu kanun, deniz, tabii ve suni göl ve akarsu kıyıları ile bu yerlerin etkisinde olan ve devamı niteliğinde bulunan sahil şeritlerinin doğal ve kültürel özelliklerini gözeterek koruma ve toplumun yararlanmasına açık, kamu yararına kullanma esaslarını tespit etmek amacıyla düzenlenmiştir.” Dedikten sonra ikinci maddede belirtilen amaca paralel biçimde yasanın kapsamını göstermiş ve aynen “Bu kanun deniz, tabii ve suni göller ve akarsu kıyıları ile deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerine ait düzenlemeleri ve bu yerlerden kamu yararına yararlanma imkan ve şartlarına ait esasları kapsar” kuralına yer vermiştir.

Denilebilir ki; Yasa, bütünüyle değerlendirildiğinde; kıyıların kamuya açık tutulması ve bu yerlerden toplumun genellik, eşitlik ve serbestlik ilkelerine uygun faydalanmasını sağlama yönünden; idareye görevler yüklemiş ve bu alanda yapılacak işler gösterilmiş ve kıyıya ilişkin teknik ve hukuki esaslar, Anayasal doğrultuda ortaya konmuştur.

Kıyının kamuya açık tutulabilmesi ve yasanın bu alanda idareye verdiği görevlerin yerine getirilebilmesi ve kıyıda planlama ve uygulamanın yürütülebilmesi için öncelikle, kıyıya ilişkin bir tespitin yapılması zorunludur. Bu nedenle idarenin kendi açısından kıyı kenar çizgisini belirlemesi gerekir. İşte yasa koyucu 3621 sayılı Kanun’un 9.maddesiyle, salt bu amaçla sınırlı olmak üzere Valiliğe kıyı kenar çizgisini kamu görevlilerinden oluşan beş kişilik bir komisyon aracılığıyla belirleme yönünden bir görev vermiştir. Nitekim Yasa’nın 5/4 maddesi bu durumu aynen “kıyıda ve sahil şeridinde planlama ve uygulama yapılabilmesi için- kıyı kenar çizgisinin tespiti zorunludur” biçiminde ortaya koymuştur. (28.11.1997 gün ve 1996/5-1997/3 sayılı YİBK: )

Somut olayda, 6785/1605 sayılı İmar Kanunu’nun Ek 7. ve Ek 8. maddeleri gereğince çıkarılan yönetmeliğe dayalı olarak idarece belirlenen 1975 ve 1976 tarihli kıyı kenar çizgisinin 13.3.1972 tarih, 7/4 sayılı YİBK: doğrultusunda yapılacak soruşturmada delil olarak değerlendirileceği, kararlılık kazanmış yargısal uygulamada benimsenmiş ve uygulama da bu doğrultuda sürdürüldüğünden yönetmeliğe dayalı belirlemenin doğrudan bağlayıcı olamayacağı sonucuna varılmış, somut olayda uygulama olanağı bulunan 28.11.1997 gün ve 1996/5 – 1997/3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı dikkate alınmıştır. Anılan kararda açıklandığı şekilde 3621 sayılı Kanunun 9. maddesi gereğince idare tarafından belirlenen kıyı kenar çizgisi taraflara tebliğ edilmemiş; bu konuda idari yargıya başvurulmamış veya idari yargı tarafından verilen kesinleşmiş bir karar bulunmadığından 28.11.1997 gün ve 1996/5 – 1997/3 sayılı YİBK: nın sonuç bölümünde öngörülen anlamda bir kıyı kenar çizgisi oluşmadığı anlaşıldığından, uyuşmazlığın 13.3.1972 tarih 7 – 4 sayılı YİBK: çerçevesinde yapılacak araştırma ve uzman bilirkişilerden alınacak raporların değerlendirilmesi suretiyle çözümlenmesi gerekeceği sonucuna varılmıştır.

Bu anlamda somut olayda mahkemece yapılan keşif sonucu alınan bilirkişi raporlarına bakıldığında; her ne kadar ziraat, orman, fen bilirkişileriyle birlikte üç kişilik jeolog bilirkişi kurulundan rapor alınmışsa da, jeolog bilirkişiler dışındaki bilirkişilerin kıyı kenar çizgisi ile ilgili bir görüş belirtmediği, jeolog bilirkişilerinin ise raporlarında takdiri delil olarak değerlendirilmesi gereken Muğla Valiliği Bayındırlık ve İskan Müdürlüğünce oluşturulmuş kurul aracılığı ile saptanan kıyı kenar çizgisi ile kendilerince saptanan kıyı kenar çizgisi arasındaki farkın nedenlerinin denetime açık biçimde ve yeterli düzeyde tartışılıp rapora yansıtılmadığı, soyut ifadelerle geçiştirildiği anlaşılmaktadır.

Hal böyle olunca; mahkemece yapılması gereken iş, aralarında bu konuda uzman ziraat, harita mühendisi ve jeolog veya jeomorfologların bulunduğu yeni bir bilirkişi kurulu oluşturularak, dava konusu taşınmazın bulunduğu yere ilişkin, memleket haritası, en eski tarihli askeri haritalar, hava fotoğrafları, Valilik Bayındırlık ve İskan Müdürlüğünce kıyı kenar çizgisi saptanması sırasında kullanılan ve oluşturulan işlemli tüm evrak, belge ve haritalar getirtilip tüm kayıtlar uygulanmasını sağlamak, gerektiğinde değişik kodlardan toprak örnekleri alınıp analizler yaptırmak, mevsimsel etkiler de gözönünde tutularak yukarıda yapılan kıyı kenar çizgisi tanımına uygun biçimde kıyı kenar çizgisini saptamak, ayrıca aynı ana parselden ifrazen oluşmuş bulunan 109 ada 6 nolu parselin akıbeti araştırıp toplanan tüm delilleri birlikte değerlendirip sonucuna göre karar vermekten ibarettir.

O halde yukarıda açıklanan nedenlerle Özel Daire Bozma Kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi doğru değildir. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

Sonuç: Davacı Hazine vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda ve Özel Daire Bozma Kararında açıklanan nedenlerden dolayı BOZULMASINA, 12.5.2004 gününde oybirliği ile karar verildi.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir