1. Anasayfa
  2. Yargıtay 8. Hukuk Dairesi

Yargıtay 8. Hukuk Dairesi E: 1986/9681 K: 1986/10741 T:21.10.1986


Yabancı uyruklu kişilere ait taşma ve taşınmaz mallar üzerindeki mülkiyet hakkı ve diğer aynı haklar malların bulunduğu yer hukukuna bağlıdır. Karşılıklılık için iki devlet arasında mutlaka bir sözleşme bulunması zorunlu değildir. Eylemli biçimde de olabilir.

GerHard JosePh Ernest veKili Avukat Arif ile Hazine vekili, Avukat Yuksel, Belediye Başkanlığı vekili Avukat Yeta, Wilhem Paul Peter kayyımı, Avukat Gülşen, Eltride Wats ve müşterekleri vekili Avukat Şehim aralarındaki tescil davasının reddine dair, (istanbul Dördüncü Asliye Hukuk Hakimliği)nden verilen 4.3.1986 gün ve 84/52 sayılı hükmün duruşma yapılması suretiyle Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle; dosya incelendi, gereği düşünüldü:

Davacı vekili Avukat Arif tarafından mahkemeye verilen 6.2.1984 tarihli dava dilekçesi ile; tapuda, ada 163 (1343), parsel 41, 133 ve 136 numaralarda, Federal Almanya uyruklu Paul Peter Danlelsen adına kayıtlı üç parça taşınmaz ve köşkü, kayıt maliki Paul Peter Danieisen’In ölümü tarihi olan 1958 tarihinden başlıyarak, dava tarihine kadar 20 yıldan fazla süreyle çekişmesiz, arasız ve malik sıfatı ile miras bırakan Federal Almanya uyruklu Hans Von Aulock ve onun 1980 yılında ölümü ile de, mirascı olan davacı Batı Almanya uyruklu Gerhard Joseph Ernst tarafından aynı suretle tasarruf edildiği, bu nedenlerle anılan tapu kayıtlarının hukuki değerlerini yitirdiği ileri sürülerek taşınmazların davacı adına tapuya tesciline karar verilmesi istenilmiştir.

Hazine vekili Avukat Mehmet tarafından verilen 3.11.1983 günlü cevap yi hasında : ~Almanya’da iktisabi müruruzaman 30 yıl olup, davacının bu süreyi doldurmadığı; Almanya’da tescil talebinde bulunabilmek için, tescil isteyenin isminin tapuda mukayyet olması şartının arandığı, oysa davacının adının tapuda mevcut olmadığı, tapuda m~İİK gözüken Paul Peter Danietsen’in mirascısı EIly’nin Türkiye’de ikamet edip dava konusu gayrimenkulde oturduğu, bu durumda davacının zilyetliğinin kesintiye uğradığı, yurt dışında yapıları satış vaadi sözleşmesinin geçerli olmadığı bildirilmiş ve yargılama sırasında da aynı hususlar tekrarlanmış ve ek olarak davacının Hans Von Auiock’Ün mirascısı olamayacağı ileri sürülmüş ve davanın bu sebeplerle reddine karar verilmesi istenilmiştir.

Belediye vekili ile, Paul Peter Danielsen kayyımı Avukat Gülşen, de Hazine vekili tarafından savunulan hususları tekrarlayarak davanın reddine karar verilmesini istemişlerdir.

Mahkemece, kayyım ile davalı vekillerinin itiraz ve savunmaları yerinde görülerek; zilyetlikle kazanma bakımından iki ülke arasında mütekabiliyet bulunmadığı, davacının miras bırakanlarının zaman zaman yurt dışına çıkmış olmaları sebebiyle zilyetliğin fasılaya uğradığı, bir satış vaadi senedi mevcut ise de, bunun süreli olduğu, Almanya ile aktedilen ikamet mukavelesinin savaş sebebiyle geçerliliğinin şüpheli Olduğu gerekçeleri ile davanın reddine karar verilmiştir.

Dosya içindeki Hagen-Eyalet Mahkemesi’nce onaylanan 18.12. 1982 tarihli belgeye göre, Paul Peter Danielsen’in mirascıları olduğu belirlenen Frau Elfriede Watts, Frau Arina Ries ve Martin Ries (Kayyım Hermarin Osenberg Engels)’in vekilleri olduğu anlaşılan ve bu sıfatla davayı izleyen Avukat Şehim; yargılama sırasında Manheim Noterliği’nce düzenlenip, Hagen Asliye Mahkemesi Başkanı tarafından Onaylanan 25.3.1982 tarihli belgede yazılı (miras bırakan Paul Peter Danlelsen; Kuruçeşme-Arnavutköy, Set Sokak, 10-12 numaralardaki evleri ve çevresindeki arsaları 1951 yılında ikamet etmek, kullanmak ve bakmak üzere zilyet olarak Bay Hans Von Aulocka temlik etmiştir) şeklindeki açıklamayı tekrarlamış ve olaya ilişkin beyanda bulunduğunu bildirmiştir.

Mahkemece davanın sadece Hazine ile İstanbul Belediyesi aleyhine açılması bir noksanlık şeklinde görülmüş ve kayıt malikinin mirascılarına yöneltilmesi istenmiş ise de, bu koşulun yerine getirilmesine ilişkin ara kararları izlenmemiş, Paul Peter Danieisen’in mirascılarının vekili olduğunu ileri süren Avukat Şehim’in kendiliğin den davaya müdahil vekili olarak girmesi üzerine de olduğu yerde bırakılarak davanın hali hazır tarafları kayyım ve müdahillere göre sonuçlandırılması yönüne gidilmiştir.

Bu açıklamaya göre uyuşmazlık İstanbul’da Boğaz içinde vaki olup yabancı gerçek kişiye ait taşınmazların, yine yabancı bir gerçek kişi tarafından zilyetlik ve zamanaşımı yoluyla kazanılıp kazanılamayacağı noktasında toplanmaktadır.

Tarafların statülerine göre, uyuşmazlık Milletlerarası karakter taşımaktadır. Devletler Hususi Hukuku, hangi Devletin özel hukukunun uygulanacağını gösteren hukuk kurallarının bütünüdür.

Eğer bir olay, veya ilişki hiçbir ‘yabancı hukuk düzeni ile temas haline girmemişse, sadece Türk Hukuk düzeni içerisinde vukua gelmişse Türk Hukukunun bu olay veya ilişkiye uygulanacağı da duraksama olmaz. Yabancı hukuk düzeninin böyle bir olaya uygulanması olasılığı akla bile gelmez.

Buna karşılık, uyuşmazlık konusu olayda olduğu gibi, olay veya ilişki yabancı bir veya birden çok hukuk düzeni ile de ilgili, yani bir yabancılık öğesi taşıyorsa, hangi hukuk düzeninin ve daha açık deyimle hangi Devletin maddi hukuk hükümlerinin uygulanacağı bir sorun olarak ortaya çıkabilir.

Olayımızda uyuşmazlıkla ilgili taşınmazlar Türkiye’de bulunmaktadır. Uyuşmazlığı yaratanlar ise Türk uyruklu olmayıp Batı Alman uyruklu gerçek kişilerdir.

Olay tamamen Devletler Hususi Hukuku ile ilgili bulunmaktadır. Devletler Hususi Hukukunun ana kaynağını, iç hukuka ait kanun, örf ve adet hukuku ile belirli konularda yapılıp iç hukuk haline getirilen sözleşmeler teşkil eder.

Türk Devletler Hususi Hukukunun ana kaynağı, 22.11.1982 tarihine değin 1330 (1915) tarihli Türkiye’de bulunan Yabancıların Hukuk ve Vazifeleri Hakkında Muvakkat Kanun idi.

Bugün Türk Devletler Hususi Hukukunun ana kaynağını, 22 Kasım 1982 tarihinde yürürlüğe girmiş olan 20.5.1982 tarihli ve 2675 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usül Hukuku Hakkındaki Kanun (MÖHUHK) oluşturmaktadır.

Şu hale göre, uyuşmazlığı Türk Devletler Hususi Hukuku kurallarını içeren ve az önce açıklanan hükümlere göre çözümlemek gerekmektedir. Uyuşmazlık miras ve eşya hukukuna ilişkindir. Milletlerarası Özel Hukukumuzun kaynağı olan 2675 sayılı Kanunun 23. maddesine göre, ayni haklar malların bulunduğu yer Kanununa tabidir. Bu kural 1330 tarihli Muvakkat Kanunda bulunan ve Milletlerarası uygulamada da yer alan genel bir kuraldır. Anılan maddenin birinci fıkrasında taşınır ve taşınmaz mallar üzerindeki mülkiyet hakkı ve diğer ayrı haklar malların bulunduğu yer hukukuna tabidir. Bu bir bağlama kuralıdır. Taşınmaza yönünden Milli Kanun değil de “Mekan Kanunu” kuralının ön planda tutulması, her hukuk düzenini kendi açısından ilgilendiren bir uygulama olması bakımından pratik bir ihtiyacın sonucudur.

Bir taşınmazın mülkiyetinin kazanılması, zilyetliğinin hukuki sonuç doğurması, bulunduğu yerin kamu düzeni ile ilgilidir. Onun içindir ki, kazanma ve kullanma kurallarını tesbit, tamamen malın bulunduğu yer hukukuna aittir. Mülkiyetin kazanılması, bir akti ilişkiye bağlı olabileceği gibi, bunun dışında başka bir olaya, örneğin, zilyetlik gibi fiili duruma da bağlı olabilir. Özellikle, taşınmazların zamanaşımı ve zilyetlik yolu ile kazanılmasında akdi ilişki söz konusu olmayabilir.

Taşınmazlarda mülkiyetin “kazandırıcı zamanaşımı” veya diğer fiili yollarla kazanılması hallerinde, her halde “Mekan Kanunu” yetkili olacaktır.

Olayımızda, zamanaşımı yolu ile kazanıldığı ileri sürülen taşınmazlar Türkiye’de bulunduğuna göre uyuşmazlığı zamanaşımı yolu ile kazanmaya ilişkin Türk Kanunlarının uygulanması gerekir.

1982 tarihli Anayasanın 16. maddesinde ,~Temel hak ve hürriyetler yabancılar için Milletlerarası Hukuka uygun olarak kanunla sınırlanabilir” denildiğine göre, Anayasa yabancıların ayrı? hak sahibi olmalarını asıl olarak kabul etmiş, ancak hak edinmenin Milletlerarası hukuka uygun olarak kanunla sınırlanabileceğini belirtmiştir.

2644 sayılı Tapu Yasası ile de, daha çok, taşınmaz mal edinmeye ilişkin hükümler getirilmiştir. Bu Yasanın 35. maddesinde : (Tahdidi mutazammın kanuni hükümler yerinde kalmak ve karşılıklı olma şartı ile) yabancı gerçek kişilerin Türkiye’de taşınmaz mallar edinebilecekleri ve mirascı olabilecekleri açıklanmakta, 36 ve 37. maddelerinde, bu mal edinmeleri nasıl uygulanacağı ve 38. maddesinde, yürürlükten kaldırılan yasalar ayrı ayrı gösterilmekte ve bu maddenin Son fıkrasında başka yasaların bu yasaya uygun olmayan hükümlerinin kaldırıldığı açıklanmaktadır.

35. maddede sözü geçen ~Tahdidi mutazammın kanuni hükümlere ittila” demek, yabancı gerçek kişilerin Türkiye’de taşınmaz mal edinebilmeleri için bu konudaki Türk yasalarına uymaları demektir ki, bunlar arasında 1062 sayılı Mukabele-i Bilmisil Kanunu, 6086 sayılı Turizm Endüstrisini Teşvik Kanunu, Askeri Yasak Bölgeler Kanunu, Köy Kanunu vs. bulunmaktadır.

Dava konusu taşınmazların iktisabına bu hükümler yönünden engel bir durum bulunduğu ileri sürülmemiştir.

35. maddede acıklanan karşılıklılık koşuluna gelincE: Batı Almanya ile aramızda 26.5.1927 yılında yapılmış İkamet Mukavelenamesinin Tasdikine Dair 26 Mayıs 1927 tarihli ve 1048 numaralı Kanuna göre, Alman uyruklu olanlar Türkiye’de; Türkler de Almanya’da miras ve diğer yollarla taşınmaz mal edinebilmektedirler. Bu sozleşmenin 3. maddesinde, Tarafeyni akidenden birinin ulkesinde, tarafı diğer tebaası, memleketin kağanın ve nizam atına tevfikan her nevi emvali menkule ve gayrimenkuleyi ihraz, tasarruf ve ferag hakkını haiz olacaktır… Kanun mucibince veraset tarikiyle yahut hibe ve vasiyet suretiyle dahi bunlara malik olabileceklerdir” denilmiştir. Bir ara Almanya’ya karşı savaş ilan edilmiş ve bu anlaşma askıya alınmıs ıse de, daha sonra 26.2.1952 tarihli ve 14511 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile bu anlaşma yeniden yürürlüğe konulmuştur. Demek oluyor ki, gayrimenkul iktisabı dava almaya (Federal Almanya) ile aramızda anlaşmaya dayanan karşılıklılık vardır. (Karşılıklı) mütekabiliyet için iki Devlet arasında mutlaka bir sözleşme bulunması da şart değildir. Karşılıklılık bazen fiili şekilde de olabilir, Anlaşma olmamasına rağmen bir Devlet diğer Devletin vatandaşlarına kendi ülkesinde taşınmaz edinme olanağını veriyor ve bunu fiilen gerçekleştiriyorsa mütekabiliyet var demektir.

Nitekim, Dışişleri Bakanlığı’nın dosya içindeki 23.6.1982 tarihli yazısında, Türk Vatandaşlarının Almanya’da fiilen taşınmaz sahibi olabildikleri, bu uygulamanın ilerden beri devam ettiği bildirilmiştir.

Dosya içindeki yazılara göre, Batı Alman uyruklu olan davacının miras bırakanının 1950 yılından bu yana Türkiye’de ikamet ettiği ve arada bir, yurt dışına çıkış yaptığı anlaşılmaktadır.

15 Temmuz 1950 gönlü ve 5683 sayılı Yabancıların Türkiye’de İkamet ve Seyahatleri Hakkındaki Kanunun 3. maddesine göre Türkiye’de bir aydan fazla kalacak olan yabancı, ikamet teskeresi adındaki belgeyi almak zorundadır. Bu belgeyi ~alanlar Türkiye’de yerleşmek suretiyle kalabilirler. Yalnız bazı yerlerde ikamet yabancıya tamamen yasaklanmış, ya da izne tabi tutulmuştur. Özellikle askeri birinci ve ikinci derecede yasak bölgelerde yabancıların ikameti kural olarak yasaktır. Köylerde ikamet Köy Kanununun 88. maddesi hükmüne göre İçişleri Başkanlığı’nın iznine tabi tutulmuştur.

Davacı ve murisi Türkiye’de ikamet ve seyahat etme hakkına sahip kimselerdir. Dosya içindeki yazılar bu yönü belgelemektedir.

Dava, Medeni Kanunun 639/2. maddesi ile ilgilidir. Bu madde hükmünce tapu sicilinde, maksi kim olduğu anlaşılmayan veya 20 sene evvel vefat etmiş yahut gaipliğine hüküm verilmiş bir kimsenin uhdesinde mukayyet olan bir gayrimenkulü aynı koşullar altında yedinde bulunduran kimse dahi o gayrimenkulün mülkü olmak üzere tescilini talep edebilir;

Bu madde Türkiye’de bulunan bir taşınmazın zilyetlik ve zamanaşımı yolu ile hangi koşullar altında kazanılabileceği göstermektedir.

Mütekabiliyet şartına uygun olarak, bir Türk Vatandaşı Almanya’da akdi şekilde, ya da zamanaşımı yolu ile taşınmaz edinebilmektedir. Olağanüstü zamanaşımı yolu ile kazanma koşulları her iki ülkenin mevzuatına göre değişik olsa bile, bu durum karşılıklılık ilkesinin uygulanmasına engel teşkil etmez.

Örneğin, Medeni Kanunun 639. maddesinde kazanma zamanaşımı süresi 20 yıl Olduğu halde, Alman Medeni Kanununun 927. maddesinde bu süre 30 yıldır. iç düzenlemeye ilişkin bu hükmün Türk hukukunda öngörülen zamanaşımı süresini değiştirdiği kabul edilemez. Başka deyimle, Alman hukukunun daha uzun olan zamanaşımı süresinin olayımıza uygulanması istenemez. Aksi düşünüş kabul edilirse, gayrimenkule ilişkin uyuşmazlıklarda yabancı hukukun uygulanması gerekir. Bu durum ise, Türk kamu düzenini katlanılmaz bir biçimde bozar. Buna mukabil yabancı hukukun iç hukuktaki zamanaşımı süresinden daha uzun ve daha kısa bir süre öngörmesi ise, kamu düzenini bozan bir durum saymaz. İlke olarak zamanaşımı yolu ile taşınmaz iktisabı Alman hukukunda da kabul edilmiş ve karşılıklılık ilkesine uygun olarak Türk vatandaşları Almanya’da bu haktan yararlandıklarına göre, Batı Alman uyruklular da zamanaşımı yolu ile taşınmaz iktisabı hakkından yararlanırlar. Alman hukukundaki daha uzun olan zamanaşımı süresinin olaya uygulanması gerekmez. Bu genel açıklamalar karşısında mahkemenin karşılıklılık ilkesi bulunmadığına ve dolayısiyle davacının başka bir dava açamayacağına dair gerekçesine itibar etmek mümkün olamayacaktır.

Uyuşmazlığın dava şartları taraf teşkili ve Medeni Kanunun 639/2. maddesi açısından incelenmesi gerekir..

Davacı, Gerhard Joseph Ernest Alman uyruklu kişilerin mirascısı olduğunu ileri sürmüş ve İstanbul Sekizinci Sulh Hukuk Mahkemesi’nden alınan mirascılık belgesi ibraz etmiştir. davalı Hazine vekili yargılama sırasında davacının mirascı olamayacağını, çünkü miras bırakan Hans Von Auloc’un başka mirascıları bulunduğunu bildirim iştir.

Tapu Kanununun 35. maddesine ve 2675 sayılı Kanuna göre davacının, miras bırakan Hans Von Auloc’un mirascısı olduğunu isbatlaması gerekir. Mirascılık belgesi aksi isbat edilinceye kadar geçerli olan belgelerdendir. Gerek dava şartı yönünden, gerekse mirascının tesbiti yonünden Hans Von Auloc’un davacıdan başka mirascısı olup olmadığının saptanması zorunlulugu vardır. Bu itibarla aksini ileri süren Hazineye mevcut mirascılık belgesini iptal ettirmek ve gerçek mirascıları tesbit ettirmek uzere dava açması icin gerekli mehil ve imkanın verilmesi icap eder. Miras bırakan Hans Von Auloc’un baska mırascıları varsa, Medeni Kanunun 581. maddesi uyarınca bunların da davaya katılmaları veya miras ortaklığına Türk Kanunlarına göre bir mümessil tayin ettirilerek onun huzuru ile davaya bakılması gerekir. Mahkemece bu yönün araştırılması, davanın gerçek mirascı tarafından açılıp açılmadığının denetlenmesi ile ilgilidir. Davacı mirascı değil ise, şüphesiz miras bırakanın zilyetliğinin maddi hukuk açısından davacıya intikam mümkün olamayacaktır. Medeni Kanunun 539. maddesi hükmüne göre, diğer miras hakları gibi zilyetlik de ancak gerçek mirascılara intikal eder.

Davada, eski deyimle husumetin kime yöneltileceği meselesi de çözümü gereken bir husustur. Gerçekten de Türk Hukukuna göre, hukuki değerini yitirdiği ileri sürülen bir tapu kaydının iptali davasının, kayıtda mülki olarak gözükene malik ölmüşse mirascılarına yöneltilmesi gerekir. Bu yön hem maddi hukuk bakımından, hem de usül hukuku bakımından yerine getirilmesi gereken bir ödevdir. Mesele ~bu açıdan incelendiğinde, belediyenin dava ile ilgisi bulunmadığı ortaya çıkar. Belediyenin davada hukuki yararı söz konusu bulunmamaktadır. 0 itibarla belediye hakkındaki davanın reddine karar verilmesi sonuç bakımından Yasaya uygundur. Davacı tarafın bu yöne ilişen temyiz itirazları yerinde bulunmadığından REDDİNE, Diğer davalıların durumuna gelincE: Dava konusu taşınmazlara ait tapu kayıtlarında, malik olarak gözüken Paul Peter Danielsen 2.7.1958 tarihinde ölerek, kızlık adıries olan dul Elly Danielsen’i, bu da 30.4.1971 tarihinde ölerek Efridewatt, Wilhem Ries, Martin Riesi ve bunlardan Wilhem Riesin de 26.4.1974’de ölümü İle karısı anne Viktoria Riesi terketmiştir. Paul Peter’in mirascılarını tesbit eden ve Alman mahkemelerinden verilmiş olan mirascılık belgeleri Türk Hukukuna göre tanınmamıştır. 2675 sayılı Kanunun 22. maddesine göre Türkiye’de bulunan taşınmaz mallar hakkında Türk hukuku uygulanır. Ayrıca aynı Kanunun 23. maddesinde taşınmaz mallar üzerindeki mülkiyet hakkı ve diğer ayrı? hakların, malların bulunduğu yer hukukuna tabi olduğu, 30. maddesinde mirasa ilişkin davaların Türkiye’deki son ikametgahı mahkemesinde; son ikametgahının Türkiye’de olmaması halinde terekeye dahil malların bulunduğu yer mahkemesinde bakılacağı 38. maddesinin (B) bendinde “ilamın Türk mahkemelerinin münhasır yetkisine girmeyen bir konuda verilmiş olması” şartı öngörülmüş 42. maddede de 38. maddenin (A) ve (D) bendlerinin uygulanamayacağı açıklanmıştır. Bu hükümlere göre, davanın gerçek mirascılara yöneltilmesi gerekmektedir. Kayıtda malik gözükenin gerçek mirascılarının tesbiti icap eder. Mirascıları belli olan kimsenin mal idaresine yetkili olan kayyımla temsili mümkün değildir. Yabancı mahkeme tarafından Türkiye’de bulunan gayrimenkullere ilişkin mirascılık belgesi tanınmadığı sürece kabul edilemeyeceğine göre bu mirascılık belgeleri ile yetinilmemesi ve gözükenin tüm nüfus kayıtlarının celbedilerek gerçek mirascılarının saptanması ve davanın bunlara yöneltilmesi için davacı tarafa mehil ve imkan verilmesi ve bu suretle ilk aşamada dava şartı ve daha sonraki safhada davanın gerçek davalılara yöneltilmesi koşulları yerine getirildikten sonra uyuşmazlığın esasının incelenmesi gerekir. Türk hukuku~a göre, dava şartı ve temsil kamu düzeni ile ilgilidir. Bu itibarla mahkemece davanın gerçek hasma yöneltilmiş olup olmadığını aramak zorunluluğu vardır.

Dava, 1567 sayılı Kanun ve bu kanuna göre çıkartılan tebliğler ve kararname hükümlerini bertaraf etmek amacı ile açılmış, yahut feragat, kabul, sulh gibi uyuşmazlığa son veren irade işlemlerine bağlanmış ise, kamu düzenini ilgilendiren veraset vergisi kanunu, 1567 sayılı Kanun ve bu kanuna göre çıkarılan tebliğler, Vergi Kanunları, Harçlar Kanunları gibi kanunların hükümlerinin gözönünde tutulması, bu hükümlerden kaçınmak maksadına yönelik davranışlara izin verilmemesi gerekir. Dava şartı ve husumet tevcihine ait şartlar çözümlendikteki sonra, işin esasının incelenmesi, Medeni Kanunun 639/2. maddesinde öngörülen diğer kazanma koşullarının oluşup oluşmadığının araştırılması, Türkiye’de ikamet ve seyahat etmek hakkına sahip olduğu dosya içindeki belgelerden anlaşılan davacının ara sıra Türkiye dışına çıkışının süregelen zilyetliği ne yönde etkilediğin açıklanması gerekir. Mahkemece açıklanan yönler üzerinde durulmamış eksik inceleme ve aksine düşüncelerle yazılı şekilde hüküm verilmiş Temyiz itirazları açıklanan’ nedenlerle yerinde görüldü 232 günden kabulü ile hükmün (BOZULMASINA), Yargıtay duruşmasında vekil ile temsil olunan, davacı için Avukatlık Ücret Tarifelerine göre takdir olunan 3000 lira avukatlık ücretinin davalı Maliye Hazinesinden alınarak davacıya verilmesine ve 1500 lira peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine, 21.10.1986 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir