1. Anasayfa
  2. Yargıtay 14. Hukuk Dairesi

Yargıtay 14. Hukuk Dairesi E: 2003/4488 K: 2003/6276 T: 23.9.2003


Mera yaylak ve kışlak davalarında, tahsise ya da kadim kullanma hakkına dayanabilir; tahsise dayanıldığında, dayanak belgelerin, ayrıca karşı tarafın savunmada ileri sürdükleri verileri tüm geldileri ile birlikte merciinden getirtilmesi, kadimlik iddiası varsa bu hususun yeterince araştırılması gerektiğinde, köyün kuruluş tarihinin içişleri bakanlığı aracılığıyla araştırılması ve köyün kadim ya da muhdes olup olmadığının saptanması gerekir.

Davacı vekili tarafından, davalılar aleyhine 22.3.2000 gününde verilen dilekçe ve müdahil hazine vekili ile birleştirilen dosyada davacı Ali tarafından verilen 3.4.2000 tarihli dilekçe ile tapu iptali tescil istenmesi üzerine yapılan muhakeme sonunda; müdahil hazine ve davacı Ali tarafından açılan davanın kabulüne, davacı Belediye Başkanlığının tapu iptali isteminin kabulüne, tescil isteğinin reddine dair verilen 24.2.2003 günlü hükmün Yargıtay’ca duruşmalı olarak incelenmesi davalılar vekili ve duruşmasız olarak Hazine ve davacı Belediye Başkanlığı tarafından istenilmekle, dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:

Mera, bir veya birden fazla köy ve kasaba halkına, bağımsız veya birlikte tahsis edilmiş ya da kadimden beri hayvan otlatmak amacıyla kullanılan, hak sahiplerinin üzerinde intifa hakkı olan arazi parçasıdır. Devletin hüküm ve tasarrufu altında olan mera yaylak ve kışlaklar, özel mülkiyete geçirilemez, amacı dışında kullanılamaz, zamanaşımı uygulanmaz, sınırları daraltılmaz (Mera Kanunu m. 3-4)

31.5.1965 tarihli ve 4/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile “….tek başına bir köye ait bulunan mera, yaylak ve kışlakların tümünün veya bir parçasının bir başka köy sınırı içine alınmış olması halinde, sınır değişikliğinin ikinci köye bir yararlanma hakkı sağlamayacağı ve ilk köyün eskiden olduğu gibi bu yerlerden tek başına yararlanacağı…” öngörülmüş olup, bu karar 4342 sayılı Mera Kanununun 29. maddesi ile de yasa hükmü haline gelmiştir. Böylece, bir köy ya da belediye sınırları içinde kalan mera, yaylak ve kışlaklar üzerinde bir başka köy veya belediyenin de intifa hakkı olabileceği kabul edilmiş, idari sınırların aidiyetin belirlenmesinde önemi olmadığı vurgulanmıştır. İdari sınırlar sadece yetkili mahkemenin saptanmasında önem arz eder.

Meralar üzerinde, aidiyet iddiasıyla, el atmanın önlenmesi, tapu iptali mera olarak sınırlandırma veya tespitin iptali ve mera olarak sınırlandırma davaları açılabilir.

Davayı, yararlanma hakkı olan köy veya belediye tüzel kişiliği ya da Hazine açabilir. Davayı açan köy muhtarının veya Belediye Başkanının davayı kabule, vazgeçmeye ya da sulha yetkisi yoktur.

Mera yaylak ve kışlak davalarında, tahsise ya da kadim kullanma hakkına dayanabilir. Tahsise dayanıldığında, dayanak belgelerin, ayrıca karşı tarafın savunmada ileri sürdükleri verileri tüm geldileri ile birlikte merciinden getirtilmesi, kadimlik iddiası varsa bu hususun yeterince araştırılması gerektiğinde, köyün kuruluş tarihinin içişleri Bakanlığı aracılığıyla araştırılması ve köyün kadim ya da muhdes olup olmadığının saptanması gerekir.

Keşifte dinlenecek yerel bilirkişi ve tanıkların çekişmeli mera veya yayla ile herhangi bir yararlanma ilişkisi bulunmayan yansız anlatımda bulunabilecek yöreyi iyi bilen ve çevre köy yada kasabalarda yaşayan yaşlı kişilerden seçilmesi gerekir. (Bu kural, dava konusu yerin mera yaylak ya da kışlak olarak kullanılmasında, dinlenecek yerel bilirkişi ve tanıkların yararlarının bulunmaması ve bu nedenle de yansız anlatımda bulunacakları düşüncesinden kaynaklanmaktadır.)

Mahkemece yapılacak keşifte, tahsise dayanılıyorsa, tahsis kayıtlarının yerel bilirkişi ve tanıklar aracılığı ile uygulanması, dava konusu yeri kapsayıp kapsamadığının belirlenmesi, taşınmazın mera olmadığı iddiasının bulunması halinde varsa çevre taşınmazlara ait kayıtlar da uygulanarak dava konusu yeri ne şekilde okuduğunun, çevre taşınmazlarla toprak yapısı kıyaslanarak, uzman bilirkişiler aracılığı ile uyuşmazlığa konu yerin ve niteliğinin saptanması gerekir.

Kadimlik iddiasında ise, yerel bilirkişi ve tanıklara taşınmazın kim tarafından ve ne şekilde kullanıldığı ve sınırları sorularak sonuca gidilmelidir.

Yukarıda açıklanan ilkeler ışığında somut olaya bakıldığında, davacı Belediye, kadimden beri kasaba halkının ortak kullanımında olduğu halde kadastroca davalılar adına tespit ve tescil edilen 26 parsel numaralı taşınmazın tapu kaydının iptali ile davalılara ait olan 1000 metrekare haricindeki yerin belediye adına tescili ile bina ve ağaçların kal’i isteminde bulunmuştur.

Birleştirilen dosyada davacı Ali; 26 parsel numaralı taşınmazın bir kısmının köye bir kısmının da kendisine ait olduğunu belirterek tapu kaydının iptali ile zilyetliğindeki yerin adına tescili isteğinde bulunmuştur.

Müdahil Hazine ise, taşınmazın devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerden olduğu, eskiden beri köy halkı tarafından ortak olarak kullanıldığı ve zilyetlikle mülk edinilemeyeceğini belirterek davanın reddini savunmuştur.

Davalılar taşınmazın belediye sınırları içerisinde bulunmadığını, satın alma ve zilyetliğe dayanılarak 1967 yılından beri kullandıklarını, halkın ortak kullandığı yerlerden olmadığını belirterek davanın reddini istemişlerdir.

Mahkemece, birleştirilen 2000/269 esas sayılı dosyanın davacısı Ali tarafından açılan davanın kabulüne, belediye tarafından açılan davanın kısmen kabulüne ve Hazine tarafından açılan davanın kabulü ile 16.6.2002 tarihli bilirkişi raporunda belirtilen yerlerin mera olarak sınırlandırılmasına karar verilmiştir. Hüküm, davalılar müdahil Hazine ve davacı belediye tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, meraya el atmanın önlenmesi ve kal, birleştirilen dava ise zilyetliğe dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.

Yukarıda da açıklandığı üzere meralar üzerinde, aidiyet iddiasıyla el atmanın önlenmesi, tapu iptali ve mera olarak sınırlandırma istemiyle dava açılabilir. Davayı, yararlanma hakkı olan köy veya belediye tüzel kişiliği de açabilir.

Mahkemece dava konusu taşınmaz ve komşu parsellere uygulanan kayıtlar getirtilerek yerelinde yapılan keşif ve dinlenen tanık beyanları doğrultusunda davanın kabulüne karar verilmiş ise de öncelikle belediyenin aktif husumet ehliyetinin tespiti amacıyla taşınmazın belediye sınırlarının içerisinde bulunup bulunmadığı saptandıktan sonra dava konusu yer ile ilgili olarak tahsis kaydı bulunup bulunmadığı araştırılmalı, tahsis kaydı bulunmadığı takdirde taşınmazın niteliğinin ve kullanım durumunun saptanması yönünden çekişmeli meradan yararlanma hakkı olmayan, yöreyi iyi bilen taraftarla ilgisi bulunmayan çevre köy ve kasabalardan yaşlı, tarafsız kişiler arasından seçilecek yerel bilirkişi ve tanıklar aracılığı ile keşif yapılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ve araştırma sonucu yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.

Kabule göre de; Harçlar Kanunun 22 ve HUMK’nın 94/11 maddesi gözetilmeksizin davacı Ali tarafından açılan davayı kabul eden davalıların yargı giderlerinin tamamından sorumlu tutulması, ayrıca Avukatlık Yasasının 168 maddesinde; Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin hazırlanacağı öngörülmüş olup, bunun dışında bu ücrete katma değer vergisinin uygulanacağına ilişkin bir düzenlemeye yer verilmediği gözetilmeden, yasal dayanaktan yoksun olarak, tayin edilen vekalet ücretine ayrıca katma değer vergisinin de eklenmesi doğru görülmemiştir.

Sonuç: Yukarıda yazılı nedenlerle, davalılar vekili müdahil Hazine ve davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, 275.000.000 TL. duruşma vekalet ücretinin davacı Belediye ve müdahil Hazineden alınarak davalılara verilmesine, 23.9.2003 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir