1. Anasayfa
  2. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E: 2003/315 K: 2003/323 T: 30.04.2003


Taşkın yapıdan inşaat ve imalattan kasıt, taşınmaza sıkı ve devamlı surette bağlı olan esaslı yapılardır. Diğer bir söyleyişle taşan yapının tamamlayıcı parça (mütemmim cüz) niteliğinde olması gerekir. Onun, taşınmazın altında veya üstünde yapılması zeminde veya üstten sınırı aşması, arasında madde hükmünü uygulaması açısından hiçbir fark yoktur.

Taraflar arasındaki “Elatmanın önlenmesi, Yıkım-Karşı dava Temliken Tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kırklareli Asliye 1. Hukuk Mahkemesince davanın Reddine-Karşı Davanın Kabulüne dair verilen 14.2.2002 gün ve 2001/480, 2002/54 sayılı kararın incelenmesi Davacı-Karşı Davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 11.6.2002 gün ve 4910-7478 sayılı ilamı ile; (…Davacılar dava konusu 19 parsel sayılı taşınmazın kendilerine ait iken, davalı Ticaret Borsası Başkanlığının, Kırklareli İl İdare Kurulu’na başvurarak, kamulaştırma için kamu yararı bulunduğuna dair karar aldırdığını, buna dayanarak da Kamulaştırma Yasasının 16. maddesi gereğince hükmen adına tescil ettirdiğini, İl İdare Kurulu’nun kararının, İdare Mahkemesinde iptal edilmesine rağmen, davalıca taşınmaz üzerine inşaat yapıldığını, ileri sürerek tapu iptali-tescil, elatmanın önlenilmesi ve yapılan inşaatın yıkımını istemişlerdir.

Davalı Ticaret Borsası Başkanlığı ise, karşı dava ile, iyi niyetli olduklarını, yıkımın fahiş zarar doğuracağını belirterek temliken tescil isteğinde bulunmuştur.

Bilindiği üzere; taşkın yapılarda, sosyal ve ekonomik bir değeri yok etmemek ve yapının bütünlüğünü korumak amacıyla yasa koyucu Medeni Kanunun 722, 723, 724 üncü maddelerinde öngörülenlerden daha değişik ilkelere ihtiyaç duymuş bu nedenle 725. madde hükmünü getirmek zorunda kalmıştır. Söz konusu maddeye göre ” Bir yapının başkasına ait araziye taşırılan kısmı, eğer yapıyı yapan malik taşırılan arazi üzerinde bir irtifak hakkına sahip bulunuyorsa, ona ait taşınmazın bütünleyici parçası olur.”

Böyle bir irtifak hakkı yoksa, zarar gören malik taşmayı öğrendiği tarihten başlayarak onbeş gün içinde itiraz etmediği, aynı zamanda durum ve koşullar da haklı gösterdiği takdirde, taşkın yapıyı iyi niyetle yapan kimse, uygun bir bedel karşılığında taşan kısım için bir irtifak hakkı kurulmasını veya bu kısmın bulunduğu arazi parçasının mülkiyetinin kendisine devredilmesini isteyebilir.

Görüldüğü üzere taşkın yapının korunmasındaki bireysel ve kamusal yarar nedeniyle Medeni Kanunun 684, 718, 722. maddelerinde kabul edilen ” üst toprağa bağlıdır ” kuralına ayrıcalık getirilmiş taşkın yapı malikinin komşu taşınmazda inşaat veya irtifak hakkı gibi ayni bir hakkının bulunması halinde taşan kısım, taşılan taşınmazın değil, ana yapının bulunduğu taşınmazın tamamlayıcı parçası (mütemmim cüz’ü) sayılmış, tecavüz edilen kısım üzerinde yapı maliki yararına irtifak hakkı tanınmıştır. Hemen belirtmek gerekir ki taşkın yapıdan inşaat ve imalattan kasıt, taşınmaza sıkı ve devamlı surette bağlı olan esaslı yapılardır. Diğer bir söyleyişle taşan yapının tamamlayıcı parça (mütemmim cüz) niteliğinde olması gerekir. Onun, taşınmazın altında veya üstünde yapılması zeminde veya üstten sınırı aşması, arasında madde hükmünü uygulaması açısından hiçbir fark yoktur.

Medeni Kanunun 725. maddesinin uygulanabilmesini haklı gösterecek en önemli koşul yapı malikinin iyiniyetli olmasıdır. Bu maddede iyi niyetin tanımı yapılmamışsa da aynı kanunun 3. maddesinde hükme bağlanan sübjektif iyiniyet olduğunda kuşku yoktur. Yapı malikinin kendinden beklenen tüm dikkat ve özeni göstermesine karşın, sınırı aştığını bilmesi veya bilecek durumda olmaması yahut sınırı aşmasında yasa korunabilecek bir nedenin bulunması onun iyiniyetini gösterir. Yapı yapan kişinin iyi niyetli olmaması aşırı zarar bulunup bulunmadığına bakılmaksızın taşan kısmın yıkılması sonucunu doğuracağından, iyi niyet üzerinde önemli durulmalı, olaylar, karineler, tüm taraf delilleri bir arada özenle değerlendirilmelidir.

Kural olarak, iyiniyetin ispatı 14.2.1951 tarih 17/1 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca taşkın yapı malikine ait ise de iyiniyet sav ve savunması defi olmayıp itiraz niteliği taşıdığından ve kamu düzeni ile ilgili bulunduğundan mahkemece kendiliğinden (re’sen) göz önünde tutulmalıdır.

Ancak, komşu taşınmaz malikinin veya o taşınmazda mülkiyetten başka ayni hak sahibi olup ta zarar gören kimselerin taşınmaza elatıldığını öğrendikleri tarihten itibaren 15 gün içerisinde itiraz etmeleri, yapı malikinin iyiniyetli sayılması olanağını ortadan kaldırır. İtiraz hiçbir şekle bağlı değildir. Yapının ilerlemesini zararın büyümesini önlemek için konan bu sürenin başlangıcını objektif olarak saptamak, yapının görünebilir hale gelme tarihinden başlatmak, taşırılan taşınmaz malikinin öğrenmesine engel olan sübjektif (öznel) nedenleri dikkate almamak gerekir. Aksine düşünce bu yöndeki yasa koyucunun amacını ortadan kaldırır.

(Durum ve koşulların haklı göstermesi) şeklinde açıklanan ikinci koşuldan ise imar durumuna göre ifrazın mümkün olması, ifraz halinde arsa malikinin uğrayacağı zarar ile taşkın yapı malikinin elde edeceği yarar arasında aşırı bir farkın bulunmaması, gibi hususlar anlaşılmalıdır.

Bu iki koşulun varlığı halinde taşkın yapı maliki uygun bir bedel ödeyeceğini bildirerek açacağı yenilik doğurucu nitelikteki temliken tescil davası ile taşkın kısmın mülkiyetini veya üzerine bir irtifak hakkı kurulmasını isteyebilir. Ayrıca, iyiniyet savunmasının yukarda açıklanan niteliği dikkate alınıp, bu savunma içerisinde temliken tescil isteğinin de bulunduğu kabul edilerek, tescil talebi, ayrı bir davaya gerek olmaksızın açılan davada savunma yoluyla da ileri sürülebilir. Esasen bu kuralın uyuşmazlıkların en kısa sürede sağlıklı biçimde çözümlenmesi ve dava ekonomisi yönünden büyük yarar sağlayacağı da kuşkusuzdur. Her davada hakim muhik tazminat (uygun bedel) olarak salt temlik edilecek arsanın bedelini değil, gerektiğinde taşınmazının bir kısmım terk etmek zorunda kalan malikin özverisini düşünerek uzman bilirkişiden dava tarihine göre devredilen arsa bedeli yanında, geride kalan kısmın uğradığı değer kaybı varsa taşınmaz malikinin öteki zararları gibi konularda da rapor almak suretiyle Medeni Kanunun 4, Borçlar Kanunun 42. maddeleri uyarınca ve aynı zamanda sebepsiz zenginleşmeyi de önleyecek biçimde, en uygun bedeli tayin ve takdir etmeli, bu bedel karşılığında tecavüzün şekline, taşkın yapının ve taşınmazların niteliğine göre, taşılan yerin mülkiyetinin devrine veya üzerinde irtifak hakkı kurulmasına karar vermelidir.

Öte yandan taşkın yapı ile iki komşu taşınmaz fiilen birleşmekte, iktisadi bir bütün oluşturmaktadır. Olayın bu özelliği itibariyle taşkın yapıya dayanan temliken tescil isteği uygulamada ve bilimse alanda ortaklaşa kabul edildiği üzere taşınmaza bağlı kişisel hak niteliğindedir. Bu durumda taşınmazların miras yoluyla veya temliken intikal etmesi halinde yeni maliklerde maddede belirtilen haklardan yararlanabildikleri gibi borçlardan da sorumlu tutulurlar.

Somut olaya gelince; dava dışı komşu 20 parsel sayılı taşınmaza malik olan davalının, çekişmeli 19 ve dava dışı 18 parsel sayılı taşınmazlar için, kamulaştırılmaya ihtiyaç duyulması nedeni ile, Kırklareli il idare Kurulu’na başvurduğu, İl İdare Kurulunca kamulaştırılmasında kamu yararı olduğuna dair kararın verildiği, davacıların bu kararın iptali için idare Mahkemesinde iptal davası açtıkları, İdare Mahkemesinde iptal davası görülürken, davalının Kamulaştırma Yasasının 17. maddesi gereği mahkemeden tescil istediği, bu isteğin reddine karar verilip, hükmün Yargıtay’ca onandığı, bu kez davalının Kamulaştırma Yasasının 16. maddesi uyarınca tekrar tescil isteğinde bulunduğu, mahkemece tescil davasının kabulüne dair karar verildiği, kararın da Yargıtay’ca onandığı, İdare Mahkemesinde açılan iptal davasının ise reddine karar verildiği, ancak verilen kararın Danıştay’ca bozulması üzerine, İl İdare Kurulu kararının iptal edilip kesinleştiği, davalının İdare Mahkemesinde dava devam ederken adlarına verilen tescil kararından yararlanılmak suretiyle inşaata başladığı, davacıların da eldeki iptal tescil davasını açıp, tedbir kararı aldıkları, buna rağmen davalının inşaata devam ettiği sabittir.

Belirlenen olgular ve toplanan deliller yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde değerlendirildiğinde davalının iyi niyetli olduğundan söz etme olanağı yoktur. Özellikle mülkiyeti belirleyecek idari karar hakkında idare mahkemesinde dava devam ederken Kamulaştırma Yasasının 16. maddesi gereğince dava konusu taşınmazı kendi üzerine tescil ettirmesi kendisini iyi niyetli kılmaz. Kesinleşen iptal hükmüyle birlikte davalı adına yapılan tescil de dayanaksız kalmıştır.

Hal böyle olunca, davacının açtığı iptal tescil, elatmanın önlenilmesi, yıkım davasının kabulüne; karşı davanın ise reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere ve özellikle idari yargıda açılan iptal davasının kabul ile sonuçlanıp kesinleşmesi durumunda, idari işlemle oluşturulan tapunun, ilk tesis tarihinden itibaren geçersiz olacağına, bu itibarla açılan iptal davasının sonuçlanması beklenmesinin gerekmesine, kaldı ki Edirne İdare Mahkemesince verilen iptal davasının reddine ilişkin kararın Danıştay 6. Dairesince “kamulaştırma yetkisi bulunmayan Ticaret borsasının yapacağı kamulaştırma için İl İdare Kurulu tarafından kamu yararı kararı alınmasında ve bu kararın vali tarafından onaylanmasında hukuka uyarlık bulunmadığı” gerekçesi ile, 18.01.2001 tarihinde bozulmasından sonra, 06.03.2001 tarihinde taşınmazların birleştirilip davalı Borsa Başkanlığı adına tescil edilmesinde ve 02.04.2001 tarihinde İnşaat Ruhsatı alınıp inşaata başlanmasında iyiniyetin bulunmamasına göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir