1. Anasayfa
  2. Anayasa Mahkemesi Kararları

Anayasa Mahkemesi E: 2012/87 K: 2014/41 T: 27.02.2014


Anayasa Mahkemesi Kararı, E: 2012/87, K: 2014/41 T: 27.2.2014

İPTAL DAVASINI AÇAN: Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri Emine Ülker TARHAN, Muharrem İNCE ile birlikte 124 milletvekili (E.2012/87)

İTİRAZ YOLUNA BAŞVURANLAR:

1- Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesi (E.2013/17)

2- Antalya 8. Asliye Hukuk Mahkemesi (E.2013/27)

DAVA ve İTİRAZLARIN KONUSU: 16.5.2012 günlü, 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun’un;

1- 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde yer alan “…Bakanlık tarafından yetkilendirilmesi hâlinde…” ibaresi ile (c), (ç) ve (d) bentlerinin,

2- 3. maddesinin (1), (3), (4), (6) ve (7) numaralı fıkralarının,

3- 4., 5. ve 6. maddelerinin,

4- 7. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi ile (9) numaralı fıkrasının,

5- 8. maddesinin (1), (3) ve (7) numaralı fıkralarının,

6- 9. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkralarının,

7- 12. maddesiyle, 4.11.1983 günlü, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 15. maddesinin birinci fıkrasının değiştirilen birinci cümlesi ve sekizinci fıkrası ile maddeye onbirinci fıkradan sonra gelmek üzere eklenen fıkranın,

8- 14. maddesiyle, 3.5.1985 günlü, 3194 sayılı İmar Kanunu’na eklenen ek 5. madde ve geçici 14. maddenin,

9- 16. maddesiyle, 16.6.2005 günlü, 5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun’un 4. maddesine mevcut üçüncü fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen dördüncü fıkranın,

10- 19. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendiyle, 29.6.2011 günlü 644 sayılı Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasına eklenen (n) bendinin,

11- 22. maddesinin,

Anayasa’nın Başlangıç’ı ile 2., 5., 6., 7., 8., 9., 10., 11., 13., 17., 35., 36., 43., 56., 57., 63., 65., 90., 123., 125., 127., 138., 153., 163. ve 166. maddelerine aykırılılığı ileri sürülerek iptallerine ve yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesi istemidir.

III- İLK İNCELEME

A- E.2012/87 Sayılı Başvuru Yönünden

1- Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri gereğince E.2012/87 sayılı dosyada 20.9.2012 gününde yapılan ilk inceleme toplantısında öncelikle dava konusu kuralların bazılarına yönelik olarak iptal davasının açılmış sayılıp sayılmayacağı sorunu görüşülmüştür.

6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 38. maddesinin (6) numaralı fıkrasında, “İptal davalarında, Anayasaya aykırılıkları ileri sürülen hükümlerin Anayasanın hangi maddelerine aykırı olduğunun ve gerekçelerinin belirtilmiş olması zorunludur.” kuralı yer almış, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 45. maddesinde de, “İptali istenen kurallar ve bunların her birinin Anayasanın hangi maddelerine aykırılık oluşturduğu”, “Anayasaya aykırılıkları ileri sürülen hükümlerin her birinin Anayasanın hangi maddelerine, hangi nedenlerle aykırı olduğunun ayrı ayrı ve gerekçeleriyle birlikte açıkça gösterilmesi” dava dilekçesinde yer alması gereken hususlar arasında sayılmıştır.

6216 sayılı Kanun’un 39. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, dava dilekçesinin, 38. maddede gösterilen şartları taşıyıp taşımadığının kayıt tarihinden itibaren on gün içinde inceleneceği, başvuru dilekçesindeki varsa eksikliklerin kararla saptanarak onbeş günden az olmamak üzere verilecek süre içinde tamamlatılması için ilgililere tebliğ olunacağı, aynı maddenin (3) numaralı fıkrasında ise birinci fıkrada belirtilen süre içinde eksikliklerin tamamlanmaması hâlinde Genel Kurulca iptal davasının açılmamış sayılmasına karar verileceği belirtilmiştir.

Dava dilekçesinde, Kanun’un 6. maddesinin (10), (11) ve (12) numaralı fıkraları ile 7. maddesinin (9) numaralı fıkrasının da iptali istenildiği hâlde, bu fıkraların Anayasa’nın hangi maddelerine, hangi nedenlerle aykırı olduğuna ilişkin herhangi bir gerekçeye yer verilmediği; 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi yönünden ise dilekçenin gerekçe bölümünde sadece “… Bakanlık tarafından yetkilendirilmesi hâlinde …” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olduğunun ileri sürüldüğü ve buna ilişkin gerekçe gösterildiği hâlde dilekçenin sonuç kısmında anılan bendin tamamının iptali istenilerek belirsizlik meydana getirildiği saptanmıştır.

Açıklanan nedenlerle, 6216 sayılı Kanun’un 39. maddesinin (1) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 49. maddesi uyarınca, Ankara Milletvekili Emine Ülker TARHAN ile Yalova Milletvekili Muharrem İNCE’ye bildirimde bulunulmasına ve yukarıda belirtilen eksikliklerin giderilmesi için kararın tebliğinden başlayarak 15 (onbeş) gün süre verilmesine OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.

2- Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri gereğince, E.2012/87 sayılı dosyada, Anayasa Mahkemesinin 20.9.2012 günlü İlk İnceleme Kararında belirtilen eksikliklerin tamamlanması için belirlenen süre içinde 15.10.2012 gününde verilen ek dava dilekçesi üzerine 8.11.2012 gününde, dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine, yürürlüğü durdurma isteminin esas inceleme aşamasında karara bağlanmasına OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.

B- E.2013/17 Sayılı Başvuru Yönünden

Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri gereğince E.2013/17 sayılı dosyada 14.2.2013 gününde yapılan ilk inceleme toplantısında öncelikle uygulanacak kural sorunu üzerinde durulmuştur.

Anayasa’nın 152. maddesi ile 6216 sayılı Kanun’un 40. maddesine göre, bir davaya bakmakta olan mahkeme, bu davada uygulanacak bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin hükümlerini Anayasa’ya aykırı görürse veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varırsa, ilgili kural ya da kuralların iptali için Anayasa Mahkemesine başvurmaya yetkilidir. Ancak bu hükümler uyarınca, bir mahkemenin Anayasa Mahkemesine başvurabilmesi için, yöntemince açılmış, mahkemenin görevine giren bakmakta olduğu bir davanın bulunması ve iptali istenen kuralın da bu davada uygulanacak olması gerekir. Uygulanacak kural ise bakılmakta olan davanın değişik evrelerinde ortaya çıkan sorunların çözümünde veya davayı sonuçlandırmada olumlu ya da olumsuz yönde etki yapacak nitelikteki kanun veya kanun hükmünde kararnamelerdir.

İtiraz yoluna başvuran Mahkeme, 2942 sayılı Kanun’un 15. maddesinin, Kanun’un 12. maddesiyle değiştirilen birinci fıkrasının birinci cümlesinin de iptalini istemiştir.

İtiraz konusu kuralla, kamulaştırma davalarında taşınmazın değerinin belirlenmesi için oluşturulacak bilirkişi kurullarında görev yapacak kişilerin, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliğine bağlı meslek odalarının her biri ile il merkezleri için il idare kurulları ve ilçeler için ilçe idare kurulları tarafından seçilmesi ve bunlara ilişkin listelerin valiliklere gönderilmesi hükme bağlanmıştır. Kuralda düzenlenen bilirkişilerin seçimi ve listelerinin gönderilmesi hususlarının, somut bir davaya bağlı olmaksızın genel olarak kamulaştırma bedelinin tespiti davalarında taşınmazın değerinin tespitinde yararlanılacak bilirkişilerin isimlerinin belirlenmesine ilişkin bir ön çalışma olduğu anlaşılmaktadır. Bu kapsamda mahkemelere herhangi bir görev verilmemiştir. Dolayısıyla, itiraz konusu kuralın bakılmakta olan davada uygulanma imkânı bulunmamaktadır.

Bu nedenlerle,

1- 4.11.1983 günlü, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 15. maddesinin, 16.5.2012 günlü, 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun’un 12. maddesiyle değiştirilen birinci fıkrasının birinci cümlesinin, itiraz başvurusunda bulunan Mahkeme’nin bakmakta olduğu davada uygulanma olanağı bulunmadığından, bu cümleye ilişkin başvurunun Mahkemenin yetkisizliği nedeniyle REDDİNE,

2- 2942 sayılı Kanun’un 15. maddesinin 6306 sayılı Kanun’un 12. maddesiyle değiştirilen sekizinci fıkrasının esasının incelenmesine,

OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.

C- E.2013/27 Sayılı Başvuru Yönünden

Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri gereğince, E.2013/27 sayılı dosyada 7.3.2013 gününde yapılan ilk inceleme toplantısında, eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.

IV- BİRLEŞTİRME KARARLARI

Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri gereğince 14.2.2013 gününde yapılan ilk inceleme toplantısında E.2013/17 sayılı itiraz başvurusunun, 7.3.2013 gününde yapılan ilk inceleme toplantısında ise E.2013/27 sayılı itiraz başvurusunun aralarındaki hukuki irtibat nedeniyle E.2012/87 sayılı dava ile birleştirilmesine OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.

V- ESASIN İNCELENMESİ

Dava ve ek dava dilekçesi, başvuru kararları ile ekleri, Raportör Abdullah ÇELİK tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, dava ve itiraz konusu yasa kuralları, dayanılan ve ilgili görülen Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:

A- Kanun’un 2. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının (b) Bendinde Yer Alan “…Bakanlık tarafından yetkilendirilmesi hâlinde…” İbaresi ile (c), (ç) ve (d) Bentlerinin İncelenmesi

1- Fıkranın (b) Bendinde Yer Alan “…Bakanlık tarafından yetkilendirilmesi hâlinde…” İbaresi

Dava dilekçesinde, dava konusu ibaredeki belirsizlik nedeniyle hukuk güvenliği ilkesinin zedelendiği, Çevre ve Şehircilik Bakanlığına (Bakanlık), büyükşehir belediyesi sınırları içinde istediği ilçe belediyesiyle çalışma imkânı tanındığı, keyfi kullanıma açık, sınırları belirsiz bir alanda asli düzenleme yetkisi verildiği, anılan belediyelerin 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu ile 5393 sayılı Belediye Kanunu’ndan kaynaklanan yetkilerinin kullanımının Bakanlığın takdirine bağlı kılındığı, Anayasa’nın herhangi bir hükmüne aykırı düzenlemenin Anayasa’nın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkeleri ile çelişeceği belirtilerek kuralın, Anayasa’nın Başlangıç’ı ile 2., 5., 6., 7., 8. 11., 123. ve 127. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

Kanunla, kapsama giren konularda uygulamaları yapmak üzere Bakanlık, Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ) ve “idare” yetkili kılınmıştır. Kanun’un 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının dava konusu ibareyi de içeren (b) bendinde ise Kanun’un uygulanmasında “idare” kavramının neyi ifade ettiği tanımlanmıştır. Buna göre, idare; belediye ve mücavir alan sınırları içindeki belediyeleri, bu sınırlar dışında il özel idarelerini, büyükşehirlerde büyükşehir belediyelerini ve “Bakanlık tarafından yetkilendirilmesi hâlinde” büyükşehir belediyesi sınırları içindeki ilçe belediyelerini ifade etmektedir.

a- Anayasa’nın 2., 7. ve 123. Maddeleri Yönünden İnceleme

Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri “belirlilik ilkesi”dir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olması ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi gerekir.

Anayasa’nın 7. maddesinde, “Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.” denilmiştir. Buna göre, Anayasa’da kanun ile düzenlenmesi öngörülen konularda yürütme organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisinin verilmesi olanaklı değildir.

Anayasa’nın 123. maddesinde ise idarenin, kuruluş ve görevleriyle bir bütün olduğu ve “kanunla” düzenleneceği kurala bağlanmıştır.

Gelişen koşul ve durumlara göre sık sık değişik önlemler alma, bunları kaldırma ve süratli biçimde hareket etme zorunluluğunun bulunduğu alanlarda, yasama organının temel kuralları saptadıktan sonra, uzmanlık ve idare tekniğine ilişkin hususları yürütmeye bırakması, yasama yetkisinin devri olarak yorumlanamayacağı gibi yürütme organının yasama organı tarafından çerçevesi çizilmiş alanda ve değişen koşullara uyum sağlayabilecek esnekliğe sahip kriterlere uygun olarak, genel nitelikte hukuksal tasarruflarda bulunması, hukuk devletinin belirlilik ilkesine de aykırı olarak değerlendirilemez.

Kanun’un 6. maddesinin (12) numaralı fıkrasında, “Bakanlık, bu Kanunda belirtilen iş ve işlemlere ilişkin olarak TOKİ’ye veya İdareye yetki devrine ve bu iş ve işlemlerden hangilerinin TOKİ veya İdare tarafından yapılacağını belirlemeye yetkilidir.” hükmü yer almaktadır. Anılan hüküm ve Kanun’un bütünü dikkate alındığında, Kanun uyarınca yapılacak uygulamalar bakımından asıl yetkinin Bakanlığa verildiği, sadece büyükşehir belediyesi sınırları içindeki ilçe belediyelerinin değil, “idare” kavramına dâhil tüm mahallî idarelerin ancak Bakanlık tarafından yetkilendirilmeleri hâlinde anılan uygulamaları gerçekleştirebilecekleri anlaşılmaktadır.

Kanun’un 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının dava konusu ibareyi de içeren (b) bendinde, “idare”nin “Bu Kanunun uygulanmasında” neyi ifade ettiği tanımlanmış; 6. maddesinin (12) numaralı fıkrasında ise Bakanlığın, “bu Kanunda belirtilen iş ve işlemlere ilişkin olarak” TOKİ’ye veya “idare”ye yetki verebileceği belirtilmiştir. Anılan iş ve işlemlerin neler olduğu ise Kanun’un “Uygulama” başlığını taşıyan ikinci bölümünde açıklanmıştır. Söz konusu bölümde yer alan 3., 4., 5. ve 6. maddelerde, Kanun kapsamında yapılacak iş ve işlemler, sırasıyla “tespit, taşınmaz devri ve tescil”, “tasarrufların kısıtlanması”, “tahliye ve yıktırma” ve “uygulama işlemleri” olarak sayılmış ve ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Buna göre, iptali istenen ibare uyarınca Bakanlık, büyükşehir belediyesi sınırları içindeki ilçe belediyelerine ancak Kanun’da belirtilen bu iş ve işlemlere ilişkin yetki verebilecektir.

Diğer taraftan Bakanlığa verilen takdir yetkisi, kamu yararının sağlanmasının yanı sıra hizmet gerekleri ve yetkiyi veren Kanun’un amacının gerçekleştirilmesi ile de sınırlıdır. Bakanlık takdir yetkisini kullanırken, hukukun genel ilkelerine ve hakkaniyete de uymak zorundadır. Her idari eylem ve işlemde olduğu gibi, Bakanlığın, dava konusu kuraldaki takdir yetkisini kullanırken de bu genel ilkelere ve sınırlamalara uygun hareket edilmesi gerekir.

Belirtilen özel ve genel sınırlamalara uygun hareket edilip edilmediği, Bakanlığa verilen yetkinin keyfi kullanılıp kullanılmadığı yargı denetimine de tabidir. Anayasa’nın 125. maddesinde, “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır.” denilerek, idarenin hukuka bağlılığı, yargı denetimi sayesinde etkili biçimde sağlanmış ve idare edilenler, idarenin kanunsuz ve keyfi davranışlarına karşı korunmuştur. Dolayısıyla kuralla, belirsizlik oluşturularak hukuk güvenliği ilkesinin zedelendiği, yürütme organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisi verilerek yasama yetkisinin devredildiği söylenemez.

Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa’nın 2., 7. ve 123. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.

b- Anayasa’nın 127. Maddesi Yönünden İnceleme

Anayasa’nın 127. maddesinin birinci fıkrasında, mahallî idarelerin il, belediye veya köy halkının mahallî müşterek ihtiyaçlarını karşılamak üzere kuruluş esasları kanunla belirtilen ve karar organları kanunda gösterilen seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan kamu tüzel kişileri oldukları; ikinci fıkrasında, mahallî idarelerin kuruluş ve görevleri ile yetkilerinin, yerinden yönetim ilkesine uygun olarak kanunla düzenleneceği belirtilmiştir. Anılan maddenin beşinci fıkrasında ise merkezî idarenin, mahallî idareler üzerinde, mahallî hizmetlerin idarenin bütünlüğü ilkesine uygun şekilde yürütülmesi, kamu görevlerinde birliğin sağlanması, toplum yararının korunması ve mahallî ihtiyaçların gereği gibi karşılanması amacıyla kanunda belirtilen esas ve usuller dairesinde idari vesayet yetkisine sahip olduğu belirtilmektedir.

Mahallî müşterek ihtiyaç, herhangi bir yerel yönetim biriminin sınırları içinde yaşayan kişi, aile, zümre ya da sınıfın özel çıkarlarını değil, aynı yörede birlikte yaşamaktan doğan somut durumların yarattığı, yoğunlaştırdığı ve sürekli güncelleştirdiği, özünde etkinlik, ölçek ve sağladığı yarar bakımından yerel sınırları aşmayan, bölünebilir ve rekabet konusu olabilen yerel ve kamusal hizmet karakterinin ağır bastığı ortak beklentileri ifade etmektedir. Anayasa’da il, belediye ya da köy halkının yerel ortak ihtiyaçlarının neler olduğu belirlenmemiş, bunun saptanması kanuna bırakılmıştır. Bu durumda kanun, kamu yararını gözeterek, Anayasa’nın sınırları içinde merkezî idare ile mahallî idare arasındaki görev sınırlarını belirleyebilir. İdarenin bütünlüğü ilkesinden hareketle, mahallî idareleri ortadan kaldırma ya da etkisiz kılma amacına yönelik olmamak kaydıyla, belirli alanlar bakımından belirli koşullara bağlı olarak mahallî idarelere ait kimi görev ve yetkilerin merkezî yönetim birimine bırakılması mümkündür.

Diğer taraftan Anayasa’nın 5. maddesinde, “Devletin temel amaç ve görevleri, … kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; … insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.” denilmiştir. Anayasa’nın 56. maddesinde ise herkesin, “sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı”na sahip olduğu belirtilmiş; çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevleri arasında sayılmıştır.

Afet riski altındaki alanların dönüştürülmesi, Anayasa’nın anılan maddelerinde Devlete yüklenen ödevlerle ilgilidir. Anayasa’da, afet riski altındaki alanların dönüştürülmesi yetkisinin merkezî idare ya da mahallî idarelere ait olduğuna ilişkin bir kurala yer verilmemiş olup bu husus kanun koyucunun takdirindedir.

Hukukumuzda riskli yerleşim alanları ile eskiyen kent dokularının dönüştürülmesiyle ilgili bugüne kadar başta 775 sayılı Gecekondu Kanunu, 5366 sayılı Kanun, 5393 sayılı Kanun, 5216 sayılı Kanun ve 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu’ndaki düzenlemeler olmak üzere birçok yasal düzenleme yapılmıştır. Anılan düzenlemelerde, dönüşüm kapsamındaki uygulamaları yapmak üzere gerek merkezî, gerek mahallî idare birimleri ayrı ayrı ve birlikte yetkili kılınmıştır.

Daha sonra 644 sayılı KHK ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı kurulmuş ve Bakanlığa afet riski altındaki bölgelerin yeniden yapılandırılması ve kentsel dönüşüm alanlarında görevler verilmiş, Bakanlık bünyesinde “Altyapı ve Kentsel Dönüşüm Hizmetleri Genel Müdürlüğü” oluşturulmuştur. KHK’nin genel gerekçesinde, ülke nüfusunun üçte ikisinin kentlerde birikmesinin yol açtığı çarpık kentleşme, planlama ve çevresel sorunların üstesinden gelinebilmesi için, yerleşme, yapılaşma ve çevre konularında yeni kurumsal yapılanma ve mevzuat düzenlemelerinin yapılması zorunluluğuna vurgu yapılmıştır. Genel gerekçeden, kentleşme ve çevre hizmetlerinin tek bir bakanlık çatısı altında toplanması durumunda bu sorunların çözümünde daha iyi sonuçlara ulaşılacağı değerlendirilerek, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının kurulduğu anlaşılmaktadır. Anayasa Mahkemesinin 29.11.2012 günlü, E.2011/100, K.2012/191 sayılı kararında, anılan KHK incelenmiş ve Bakanlığın belirtilen amaçla kurulmasının kamu yararını sağlamaya dönük olduğu, bunun ötesinde düzenlemenin, bu amaçları etkin bir şekilde gerçekleştirmeye elverişli olup olmadığı yönünde yapılacak değerlendirmenin anayasallık denetiminin kapsamı dışında olduğu ifade edilmiştir.

Son olarak, Kanunla, afet riski altındaki alanların dönüştürülmesine ilişkin usul ve esaslar özel olarak düzenlenmiş, bu kapsamda yapılacak uygulamalarda asıl yetki Bakanlığa verilmiştir. Bununla birlikte TOKİ ve mahallî idareler sürecin dışında bırakılmamış, bunların anılan uygulamaları yapabilmesi Bakanlığın yetkilendirmesine bağlı tutulmuştur. Böylece kanun koyucunun, farklı merkezî ve mahallî idare birimlerinin aynı konuda farklı kanunlardan aldıkları yetkileri dengelemeye çalıştığı, Kanun uyarınca yapılacak uygulamaların tüm ülke çapında belli bir düzen içinde yapılmasını temin etmek için asıl yetkiyi Bakanlığa verdiği anlaşılmaktadır.

Anayasa’nın 123. maddesinde, idarenin kuruluş ve görevleriyle bir bütün olduğu ve kanunla düzenleneceği öngörüldükten sonra idarenin kuruluş ve görevlerinin, merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayandığı hükme bağlanmıştır. İdarenin bütünlüğü ilkesiyle, idari görevleri yerine getiren kurumlar arasında birliğin sağlanması ve idari yapı içinde yer alan kurumların bir bütünlük içerisinde çalışması öngörülmüştür.

İdarenin bütünlüğü ilkesi gözetilerek afet riski altındaki alanların dönüştürülmesinde asıl yetkinin Bakanlığa verilmesi, mahallî idarelerin Bakanlık tarafından yetkilendirilmeleri hâlinde anılan dönüşüm uygulamalarını gerçekleştirebilmelerine imkân tanınması kanun koyucunun takdirinde olup dava konusu kural uyarınca, büyükşehir belediyesi sınırları içindeki ilçe belediyelerinin Bakanlık tarafından yetkilendirilmesi hâlinde Kanun kapsamındaki uygulamaları yapabilecek idari birimler arasında kabul edilmelerinde Anayasa’nın 127. maddesine aykırılık söz konusu değildir.

Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa’nın 127. maddesine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.

Kuralın, Anayasa’nın Başlangıç’ı ile 5., 6., 8. ve 11. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.

2- Fıkranın (c) Bendi

Dava dilekçesinde, rezerv yapı alanlarının idari olarak nasıl ve kimin tarafından tespit edileceğinin belli olmadığı, bu belirsizlik nedeniyle hukuk güvenliği ilkesinin zedelendiği, Bakanlığa, keyfi kullanıma açık, sınırları belirsiz bir alanda asli düzenleme yetkisi verildiği, “rezerv yapı alanı”nın Bakanlıkça belirlenmesinin mahallî idarelerin yetkilerini bertaraf ettiği, rezerv yapı alanlarının tespitinde sadece Maliye Bakanlığının görüşünün alınmasının, ilgili diğer bakanlıkların, kurulların, odaların ve üniversitelerin görüşlerinin alınmamasının uygun olmadığı belirtilerek kuralın, Anayasa’nın 2., 6., 7., 8., 123. ve 127. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

Kanunla, kapsama giren uygulamaların “rezerv yapı alanları”, “riskli alanlar” ve “riskli yapıların bulunduğu taşınmazlar” üzerinde yapılacağı düzenlenmiş, dava konusu kuralla ise “rezerv yapı alanı”nın neyi ifade ettiği tanımlanmıştır. Buna göre rezerv yapı alanı, Kanun uyarınca gerçekleştirilecek uygulamalarda “yeni yerleşim alanı olarak kullanılmak üzere belirlenen alanları” ifade etmektedir. Kuralda, rezerv yapı alanı belirlemesinin Bakanlık tarafından yapılacağı, Bakanlığın bunu yaparken TOKİ’nin veya idarenin talebine bağlı olarak veya resen hareket edeceği, ayrıca Maliye Bakanlığının uygun görüşünü alacağı hükme bağlanmıştır.

Kanun’un genel gerekçesinde, bazı yerleşim merkezlerinin, jeolojik durumu ve zemin özellikleri itibarıyla iskân yönünden tehlikeler arz ettiği, başka yerlere nakledilmelerinde zorunluluk bulunduğu, böylece yerleşme ve yapı emniyetinin temin edileceği, muhtemel can ve mal kayıpları ile iktisadi ve sosyal diğer zararların en aza indirilmesinin mümkün olacağı ifade edilmiştir.

Kanun’un genel gerekçesi gözetildiğinde, dava konusu kuraldan, bulundukları yerlerde dönüştürülmesi mümkün olmayan, jeolojik durumu ve zemin özellikleri nedeniyle iskânın tehlike arz ettiği yerlerde, yerleşim merkezinin başka yerlere nakledilmesinin öngörüldüğü, yeni yerleşim alanı olarak kullanılmak üzere belirlenecek alanların ise “rezerv yapı alanı” olarak kabul edildiği anlaşılmaktadır. Diğer taraftan dava konusu kuralla, rezerv yapı alanlarının belirlenmesinde yetkili merciler gösterilmiş ve uygulanacak usul açıklanmıştır.

Dava dilekçesinde, rezerv yapı alanlarının tespitinde sadece Maliye Bakanlığının görüşünün alınmasının, ilgili diğer bakanlıkların, kurulların, odaların ve üniversitelerin görüşlerinin alınmamasının uygun olmadığı da ileri sürülmüş ise de yerindelik denetimine giren bu hususun incelenmesi, Anayasa Mahkemesinin yetkisi dâhilinde değildir.

Açıklanan nedenlerle ve Kanun’un 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde yer alan “…Bakanlık tarafından yetkilendirilmesi hâlinde…” ibaresinin incelenmesi sırasında belirtilen gerekçelerle dava konusu kural, Anayasa’nın 2., 7., 123. ve 127. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.

Kuralın, Anayasa’nın 6. ve 8. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.

3- Fıkranın (ç) Bendi

Dava dilekçesinde, “riskli alan” tanımının bilimsel kriterlere dayanmadığı ve belirsiz olduğu, riskli alanların tespitindeki yetki ve sorumluluklar yönünden olasılıklar içeren muğlak ifadelere yer verildiği, kanun koyucunun temel ilkeleri koymadan, çerçeveyi çizmeden yürütmeye yetki vermemesi, sınırsız ve belirsiz bir alanı idarenin düzenlemesine bırakmaması gerektiği, ortaya çıkan belirsizliğin, toplumun yararı ve ülke geleceği açısından sakıncalar taşıdığı belirtilerek kuralın, Anayasa’nın 2., 5., 6., 7., 8. 11. ve 123. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

Dava konusu kuralla, Kanun kapsamında uygulama yapılacak alanlardan “riskli alan”ın tanımı yapılmıştır. Buna göre riskli alan, “zemin yapısı veya üzerindeki yapılaşma sebebiyle can ve mal kaybına yol açma riski taşıyan alanı” ifade etmektedir. Kuralda, riskli alanın Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının görüşü alınarak Bakanlık veya idare tarafından belirleneceği, Bakanlığın teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca kararlaştırılacağı hükme bağlanmıştır.

Kanun’un genel gerekçesinde ise deprem riski altındaki alanlar, afetler bakımından risk taşıdığı ilmî ve teknik araştırmalar ile belirlenmiş alanlar, jeolojik durumu ve zemin özellikleri itibarıyla iskânın tehlike arz ettiği alanlar ile yaşanabilirlikten uzak, köhnemiş, can ve mal emniyeti bakımından riskli ve görüntü itibarı ile de çirkin olan yapılaşmaların bulunduğu alanların riskli alanlar arasında sayıldığı görülmektedir.

Dolayısıyla, dava konusu kuralda kısaca zemin yapısı veya üzerindeki yapılaşma sebebiyle can ve mal kaybına yol açma riski taşıyan alanlar olarak tanımlanan riskli alanların neyi ifade ettiği konusunda belirsizlik bulunmamaktadır. Diğer taraftan dava konusu kuralla, riskli alanların belirlenmesinde uygulanacak usul ve bu konuda hangi mercilerin yetkili olduğu da düzenlenmiştir.

Açıklanan nedenlerle ve Kanun’un 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde yer alan “…Bakanlık tarafından yetkilendirilmesi hâlinde…” ibaresinin incelenmesi sırasında belirtilen gerekçelerle dava konusu kural, Anayasa’nın 2., 7. ve 123. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.

Kuralın, Anayasa’nın 5., 6., 8. ve 11. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.

4- Fıkranın (d) Bendi

Dava dilekçesinde, Kanun’un 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendi yönünden belirtilen gerekçelerle kuralın, Anayasa’nın 2., 5., 6., 7., 8., 11. ve 123. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

Dava konusu kuralla, “riskli yapı”nın tanımı yapılmıştır. Buna göre riskli yapı, “riskli alan içinde veya dışında olup ekonomik ömrünü tamamlamış olan ya da yıkılma veya ağır hasar görme riski taşıdığı ilmî ve teknik verilere dayanılarak tespit edilen yapıyı” ifade etmektedir.

Kanun’un genel gerekçesinde ise riskli yapıları ifade etmek üzere hâlihazırda yaşanabilirlikten uzak, köhnemiş, can ve mal emniyeti bakımından riskli ve görüntü itibarı ile de çirkin olan yapılardan söz edilmiştir.

Riskli yapıların belirlenmesinin usulü ile bu konuda yetkili merciler, dava konusu kuralla değil, Kanun’un 3. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkralarında ayrıntılı olarak düzenlenmiştir.

Açıklanan nedenlerle ve Kanun’un 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde yer alan “…Bakanlık tarafından yetkilendirilmesi hâlinde…” ibaresinin incelenmesi sırasında belirtilen gerekçelerle dava konusu kural, Anayasa’nın 2., 7. ve 123. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.

Kuralın, Anayasa’nın 5., 6., 8. ve 11. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.

B- Kanun’un 3. Maddesinin (1), (3), (4), (6) ve (7) Numaralı Fıkralarının İncelenmesi

1- (1) Numaralı Fıkra

Dava dilekçesinde, “Bakanlıkça lisanslandırılmış kurum ve kuruluşlar” ile “teknik heyet” yönünden belirsizlik olduğu, özellikle tespitleri yapmak üzere Bakanlıkça lisanslandırılacak kuruluşların nasıl oluşturulacağının, niteliğinin ve yetkilerinin belirlenmediği, bu hususların idarenin takdirine bırakıldığı, kanun koyucunun temel ilkeleri koymadan, çerçeveyi çizmeden yürütmeye yetki vermemesi, sınırsız ve belirsiz bir alanı yönetimin düzenlemesine bırakmaması gerektiği, adalet ilkesi ihmal edildiğinden riskli yapıların tespiti konusunda hak sahiplerinin haksızlığa uğratıldığı, bu kapsamda tespit masraflarının hak sahiplerine yükletildiği, tespitlere itiraz hakkı tanınmasına karşın, itiraz hâlinde bunu değerlendirecek teknik heyetin hangi meslek alanlarından ve hangi kriterlere göre seçileceğinin tam olarak belirtilmediği, bunun idareye olağanüstü yetkiler veren bir alanın bırakılması anlamına geldiği, ayrıca teknik heyete seçilen üç kişinin Bakanlıktan olmasının bu heyetin tarafsızlığı konusunda şüphe uyandırdığı, idare karşısında vatandaşların haklarının korunabilmesi için itirazların bağımsız heyetler tarafından ele alınıp değerlendirilmesinin hukuk devletinde zaruri olduğu, hukuk devleti ilkesinin öğeleri arasında kanunların kamu yararına dayanması, kamu düzeninin kurulması ve korunması amacına yönelik bu kurallarda adalet ve hakkaniyet ölçütlerinin göz önünde tutulması gerekliliklerinin bulunduğu, Bakanlığın, belirlediği alanlardaki riskli yapıların tespitini süre vererek TOKİ’den ve idareden de isteyebileceğinin belirtilmesine karşın verilen süre içinde bu tespitlerin yapılamaması hâlinde Bakanlıkça yapılacağı veya yaptırılacağının ifade edildiği, dolayısıyla riskli yapıların tespiti yetkisinin tek mercide toplandığı, yetkinin genel olarak Bakanlığa verilmesinin, yerleşimlerin asıl sorumlusu olan mahallî idarelerin devre dışı bırakılmasına neden olacağı, Anayasa’nın öngördüğü hukuk düzeni içinde ulusal çıkarların her şeyin üzerinde tutulması gerektiği, Devlete, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlama ve insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlama ödevinin yüklendiği, herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu, bu hakkı korumanın yine Devletin ve vatandaşların ödevi olduğunun vurgulandığı belirtilerek kuralın, Anayasa’nın Başlangıç’ı ile 2., 5., 6., 7., 8., 11., 123. ve 127. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

a- Birinci, İkinci, Üçüncü, Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Cümleler

Dava konusu kuralın birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü, beşinci ve altıncı cümleleriyle, riskli yapıların tespitinin usul ve esasları düzenlenmiş, bu kapsamda riskli yapıların tespitinin, Bakanlıkça hazırlanacak yönetmelikte belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde, masrafları kendilerine ait olmak üzere, öncelikle yapı malikleri veya kanuni temsilcileri tarafından yapılacağı, tespitin Bakanlıkça lisanslandırılan kurum ve kuruluşlara yaptırılacağı, sonucun, Bakanlığa veya idareye bildirileceği, Bakanlığın, riskli yapıların tespitini süre vererek maliklerden veya kanuni temsilcilerinden isteyebileceği, verilen süre içinde yaptırılmadığı takdirde, tespitlerin Bakanlıkça veya idarece yapılacağı veya yaptırılacağı, Bakanlığın, belirlediği alanlardaki riskli yapıların tespitini süre vererek idareden de isteyebileceği, Bakanlıkça veya idarece yaptırılan riskli yapı tespitlerine karşı maliklerce veya kanuni temsilcilerince onbeş gün içinde itiraz edilebileceği, bu itirazların, Bakanlığın talebi üzerine üniversitelerce, ilgili meslek disiplini öğretim üyeleri arasından görevlendirilecek dört ve Bakanlıkça, Bakanlıkta görevli üç kişinin iştiraki ile teşkil edilen teknik heyetler tarafından incelenip karara bağlanacağı belirtilmiştir. Dava konusu kuralın yedinci cümlesiyle ise malikleri veya kanuni temsilcileri tarafından yaptırılmaması nedeniyle Bakanlık veya idare tarafından yapılan tespit işleminin masrafının ilgili tapu müdürlüğüne bildirileceği kurala bağlanmıştır.

Bakanlıkça lisanslandırılan kurum ve kuruluşlar”ın lisanslandırılacakları faaliyet alanı, riskli yapıların tespitidir. Kanun’un 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendinde “riski yapı”nın tanımı yapılmıştır. Bu tanımda belirtilen genel ilkeler çerçevesinde belirlenecek ve riskli yapıların tespitine uygulanacak usul ve esasların uzmanlık ve idare tekniğine ilişkin ayrıntılarının ise Bakanlık tarafından çıkarılacak yönetmeliğe bırakıldığı anlaşılmaktadır. Bakanlıkça lisanslandırılan kurum ve kuruluşlar, genel ilkeleri Kanun’da, uzmanlık ve idare tekniğine ilişkin ayrıntıları yönetmelikte düzenlenen bu usul ve esaslar çerçevesinde riskli yapıların tespitini yapacaklardır. Bakanlıkça lisanslandırılacak kurum ve kuruluşların, kendisine yetki verilecek faaliyet alanı olan riskli yapıların tespiti konusunda yönetmelikte düzenlenecek usul ve esaslar çerçevesinde lisanslandırılıp faaliyet gösterecekleri tabiidir. Dolayısıyla Bakanlıkça lisanslandırılan kurum ve kuruluşlar yönünden belirsizlik olduğu, bu konuda yürütmeye sınırları belirsiz bir alanda asli düzenleme yetkisinin devredildiği söylenemez.

Diğer taraftan dava konusu kuralın beşinci ve altıncı cümlelerinde, “teknik heyet”in görevinin ne olduğu, kimlerden oluşacağı açıkça belirtilmiştir. Anılan heyet, Bakanlıkça veya idarece yaptırılan riskli yapı tespitlerine karşı maliklerce veya kanuni temsilcilerince yapılacak itirazları inceleyecektir. Heyet, Bakanlığın talebi üzerine üniversitelerce, ilgili meslek disiplini öğretim üyeleri arasından görevlendirilecek dört ve Bakanlıkta görevli üç kişinin iştiraki ile oluşacaktır. İncelenecek itirazların konusu, riskli yapıların tespiti olduğundan ve dava konusu kuralda öğretim üyelerinin “ilgili meslek disiplini”nden seçileceği belirtildiğinden, bu öğretim üyelerinin yapı ve bunu riskli kılan hususları konu edinen alanlarda uzmanlığı olan kişiler olacağı açıktır. Dolayısıyla, itirazları inceleyecek teknik heyet yönünden de belirsizlik olduğu, bu konuda yürütmeye sınırları belirsiz bir alanda asli düzenleme yetkisinin devredildiği söylenemez.

Ayrıca, teknik heyetlere yapılan itirazlar, idari başvuru yolu niteliğinde olduğundan ve riskli alan tespiti sonucu oluşturulacak idari işlemlere karşı Anayasa’nın 125. maddesi uyarınca yargı yolu açık bulunduğundan, anılan heyetler bünyesinde Bakanlıkta görevli üç kişinin bulunmasında Anayasa’ya aykırı bir yön bulunmamaktadır.

Dava dilekçesinde, tespit masraflarının hak sahiplerine yükletilerek hak sahiplerinin haksızlığa uğratıldığı, bunun hak ve adalete aykırı olduğu da ileri sürülmüştür.

Kanunların, kamu yararının sağlanması amacına yönelik olması, genel, objektif, adil kurallar içermesi ve hakkaniyet ölçütlerini gözetmesi ve kazanılmış hakları ihlâl etmemesi Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti olmanın gereğidir. Bu nedenle kanun koyucunun hukuki düzenlemelerde kendisine tanınan takdir yetkisini anayasal sınırlar içinde adalet, hakkaniyet ve kamu yararı ölçütlerini göz önünde tutarak kullanması gerekir.

Dava konusu kuralın birinci cümlesi uyarınca, riskli yapıların tespiti, masrafları kendilerine ait olmak üzere, öncelikle yapı malikleri veya kanuni temsilcileri tarafından, Bakanlıkça lisanslandırılan kurum ve kuruluşlara yaptırılacaktır.

Kanun’un 1. maddesine göre, Kanun’un amacı, riskli yapıları fen ve sanat norm ve standartlarına uygun hâle getirmek, bunların maliklerine sağlıklı ve güvenli yaşama çevreleri teşkil etmek üzere iyileştirme, tasfiye ve yenilemedir. Şüphesiz bunda riskli yapı maliklerinin önemli kişisel menfaatleri bulunmaktadır. Dolayısıyla, anılan amacın gerçekleştirilmesi için yapılacak uygulamaların birinci aşaması olan riskli yapıların tespitine ilişkin masrafların, amacın gerçekleştirilmesinde kişisel menfaati bulunan yapı maliklerine yüklenmesinde Anayasal sorun bulunmamaktadır.

Dava dilekçesinde, Anayasa’nın Başlangıç’ı uyarınca, ulusal çıkarların her şeyin üzerinde tutulması gerektiği, dava konusu kuralla, Anayasa’nın 5. ve 56. maddelerinde yer alan kamu menfaatlerinin korunmadığı da ileri sürülmüştür.

Anayasa’nın 2. maddesindeki “hukuk devleti” ilkesi gereğince, yasama işlemlerinin kişisel yararları değil kamu yararını gerçekleştirmek amacıyla yapılması zorunludur. Bir kuralın Anayasa’ya aykırılık sorunu çözümlenirken “kamu yararı” konusunda Anayasa Mahkemesinin yapacağı inceleme yalnızca kanunun kamu yararı amacıyla yapılıp yapılmadığı ile sınırlıdır. Kanun ile kamu yararının gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini denetlemenin anayasa yargısıyla bağdaşmayacağı, bunun kanun koyucunun takdirinde olduğu açıktır.

Kanun’un 1. maddesinden ve genel gerekçesinden, Kanunla, riskli yapılar fen ve sanat norm ve standartlarına uygun hâle getirilip bunların maliklerine sağlıklı ve güvenli yaşama çevreleri teşkil etmek üzere iyileştirme, tasfiye ve yenileme uygulamaları yapılarak Anayasa’nın 5. ve 56. maddelerinde Devlete yüklenen ödevlerin yerine getirilmesinin amaçlandığı anlaşılmaktadır. Dava konusu kural da bu kapsamda değerlendirilmelidir.

Dava dilekçesinde, riskli yapıların tespiti yetkisinin nihayetinde Bakanlıkta toplandığı ve yerleşim yerlerinin asıl sorumlusu olan mahallî idarelerin devre dışı bırakıldığı da ileri sürülmüş ise de Kanun’un 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde yer alan “…Bakanlık tarafından yetkilendirilmesi hâlinde…” ibaresinin incelenmesi sırasında belirtilen gerekçelerle Bakanlığa böyle bir yetki verilmesinde Anayasa’ya aykırı bir yön bulunmamaktadır.

Son olarak, malikleri veya kanuni temsilcileri tarafından yaptırılmaması nedeniyle Bakanlık veya idare tarafından yapılan tespit işleminin masrafının ilgili tapu müdürlüğüne bildiriminden ibaret bir düzenlemeyi içeren kuralın yedinci cümlesinin Anayasa’ya aykırı olmadığı açıktır.

Açıklanan nedenlerle ve Kanun’un 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde yer alan “…Bakanlık tarafından yetkilendirilmesi hâlinde…” ibaresinin incelenmesi sırasında belirtilen gerekçelerle, dava konusu kuralın birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü, beşinci ve altıncı cümleleri Anayasa’nın 2., 5., 7., 123. ve 127. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.

Kuralın, Anayasa’nın Başlangıç’ı ile 6., 8. ve 11. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.

b- Sekizinci Cümle

6216 sayılı Kanun’un 43. maddesine göre, ilgisi nedeniyle dava konusu kural Anayasa’nın 13. ve 35. maddeleri yönünden de incelenmiştir.

Dava konusu kuralın yedinci cümlesiyle malikleri veya kanuni temsilcileri tarafından yaptırılmaması nedeniyle Bakanlık veya idare tarafından yapılan tespit işleminin masrafının ilgili tapu müdürlüğüne bildirileceği; sekizinci cümlesiyle ise tapu müdürlüğünün, binanın paydaşlarının müteselsil sorumlu olmalarını sağlamak üzere tapu kaydındaki arsa payları üzerine, masraf tutarında müşterek ipotek belirtmesinde bulunarak Bakanlığa veya idareye ve binanın ayni ve şahsi hak sahiplerine bilgi verileceği hükme bağlanmıştır.

Anayasa’nın 35. maddesinde, herkesin, mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilerek, mülkiyet hakkı temel haklar arasında sayılmıştır. Mülkiyet hakkı, kişiye sahibi olduğu şeyi dilediği gibi “kullanma”, “ürünlerinden yararlanma” ve “tasarruf” olanağı veren bir haktır.

Bununla birlikte, mülkiyet hakkı sınırsız değildir. Anayasa’nın 35. maddesinde, mülkiyet hakkının “kamu yararı amacıyla” ve “kanunla” sınırlanabileceği, bu hakkın kullanılmasının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmıştır. Ancak mülkiyet hakkını sınırlandıran bir düzenlemenin kamu yararı amacıyla ve kanunla yapılması, bunun Anayasa’ya uygun olması için yeterli değildir. Anayasa’nın 13. maddesi uyarınca, bu sınırlamanın demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun ve ölçülü olması, hakkın özüne dokunmaması da gerekir.